İzledim

TEŞKİLAT – Seninle Konuşurken İçimdeki En Karanlık Düşünceler Bile Aydınlığa Çıkıyor

Teşkilat 30. bölüm reytinglerinde Total’de zirveye yerleşti. Total’de 8,61 reyting ile zirvedeyken, AB’de 9,17 reyting ile 2., ABC1’de 9,11 reyting ile 3. oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

 

İntikam Planı: İhanet

 

Otuzuncu bölümün açılış sahnesi sıklıkla görmeye alışkın olduğumuz gibi bir önceki bölümün kaldığı yerden yani kartel operasyonu sırasında ele geçirdikleri Boran’ın da verdiği bilgiler doğrultusunda silah teslimatının yapılacağını düşündükleri mekânda Yıldırım ve Elçi’nin onlara hazırlamış oldukları intikam planına düşmeleriyle başladı. Serdar peşinde olduğunu hatta kısa bir süre öncesine kadar hayatta olduğunu bile bilmediği Elçi’nin namlusuyla operasyon yaptıkları mekânda karşılaştığında hızlı refleksleri sayesinde üzerindeki şaşkınlığı kolay atlattı. Elçi’nin namlusunu yüzüne doğrulttuğu silahı elinde almak suretiyle kendisini çok çabuk etkisiz hale getirdi. Ancak Ceren’in ensesine silah tutması lehine olan durumu anında aleyhine çevirdi. Ceren’in onunla sevgili olduğu dönemde gerçekte Elçi’yle sevgili olduğunu öğrenmek kabuk bağlayan “aldatılma/ihanet acısının” yeniden kanamasına neden oldu.

Ceren’i onun hayatına sokacak kadar Serdar’dan nefret etmesinin altında yatan gerçek nedeni öğrenmek istediğimi söylemiştim ya daha ilk sahnede bunu öğrenebilmeme sevindim. Elçi’nin ondan nefret etme nedeni onun yüzünden ülkesinde hain ilan edilmesiymiş. Bunu öğrendim ama böyle kindar olması bana saçma geldi. Sonuçta onu Serdar hain yapmadı ya da onu yapmadığı 1 şeyle suçlamadı. Serdar onu yakaladığı için değil; o Şirket’e çalışmayı seçtiği için hain ilan edildi. Deşifre olma riski olduğunu bilmeliydi. O da Yıldırım gibi suçu hep başkalarında bulanlardan. 

Serdar’ı vurup öldürmek yerine daha fazla acı çekmesini istediği için Ceren’i yanına yerleştirdiğini anlamak hiç zor olmadı. Zamanı gelince âşık olduğu kadının ihanetine uğradığını bilerek acı çekmesini istedi ancak bunu görmek için çok geç kaldı. Serdar daha ilk bölümde Ceren’in bir Vatan haini olduğunu ve kendisiyle oynadığını öğrendiğinde o kırılmayı çoktan yaşadı. Ceren’in bu saatten sonra yapacağı hiçbir şey Serdar’ın canını yakamazdı. Onun yerine onu motive eden şeyi yani Elçi’nin planını kabul etmesinin altında yatan nedeni anlamak istedi. Bir kadın hayatında başka bir erkek varken nasıl olur da başka birine Elçi istiyor diye aşıkmış gibi davranabilirdi. Bunu merak ediyordu. Hücrede geçirdiği üç yılda ona hayatı zindan etmeyi düşünerek Serdar’ı takıntı haline getiren Elçi’nin durdurulamaz öfkesi karşısında öldürülmekten zerre korkmayan Serdar’ın onu kale almayarak delirtmesini izlemek zevkliydi.…

Dizi başladığında Serdar’dan neden geleceği parlak bir MİT mensubu olarak bahsettiklerini sahadaki performansını izledikçe çok daha iyi anlıyorum. İçine düştüğü tuzağa ve silahlarını ona doğrultmuş iki düşmana rağmen Serdar’ın istifini bozmayıp ikisini birbirine düşürmeye çalışması çok iyi tasarlanmış bir plandı. Mevzu bahis kahramanlarımız olduğunda onları aile olmaya yönelten sadakat duygusunun düşmanlarının kurdukları “çıkar ilişkilerinde” asla var olmayacağını ve her an birbirlerine kazık atabileceklerini bilmelerinin yarattığı güvensizliği güzel kullandı. Ceren’in onu seviyormuş gibi davranmak zorunda kaldığı süre zarfında aralarında olanlar üzerinden yapmış olduğu imayla Elçi’nin dengesiz kıskançlığına oynadığını bilmek muhteşemdi. Serdar bu manipülasyon işinde sahiden iyi. Ceren’i her erkeğe istediğini yaptırabilecek bir manipülasyon ustası bir “femme fatale” olarak resmetmesi olağanüstüydü.

 

Seçimini Yap: Sadakat Mi İhanet Mi?

 

“Benim işim seninle. Onlar benim işimi görmem için birer piyon ve hangi piyonu kurtaracağına hangisini feda edeceğine sen karar vereceksin.

Sen bizi tanıyamamışsın.

İyi ya daha iyi tanımak için çabalıyorum şu an.” 

 

Hücrede olduğu üç yılda hissettiği aşağılanma hissini ve duygusal yönden yıpranmayı onun da yaşamasını istedi. Bunu yapmanın en iyi yolu da onu teröristler tarafından etrafı sarılan arkadaşlarının canıyla sınamaktı. Hücrede çok kaldığından aklını mı yitirdi yoksa canı çok mu sıkıldı hiç bilmiyorum ama Saw filmindeki bisikletli psikopat gibi “ı want to play a game” tarzı bir edayla ekip arkadaşlarından birinin canını kurtarmayı seçmesini istemesi gerçekten sapkıncaydı. Sahneyi ilk defa fragmanda gördüğümde hikâye örgüsü içinde nasıl bir noktaya oturtulacağını merak etmiştim. Serdar’ın yüzünü kaplayan endişeden sahnenin epey gerilim yarattığını söyleyebilirim. Ondan yapmasını beklediği seçim diğerlerinin ölümü anlamına geleceği için yapılması imkansızdı. Ama bıçak kemiğe dayanırsa ben de seçeceği kişinin “Zehra” olacağını düşündüm. Yağmur’un da kendisi gibi kimsesiz kalmasına göz yumamazdı…

Birlikte operasyona katıldığı ekip arkadaşları hiç ummadıkları tuzak karşısında üstelik onlara doğrultulmuş o kadar silah varken kendilerini iyi savunduklarını söyleyebilirim. Zehra’nın komutuyla kendilerini nispeten güvenli bir alana çekmeleri ve teröristlere karşı koymaları iyiydi. Tarihi boyunca her milletten insanla çarpışmış bir ecdadın soyundan geliyorlar diyerek kendileriyle gurur duydum. Ancak sayıca az olmalarının her an bir dezavantaja dönüşebileceğini düşünerek de endişelendim. Zehra’nın bu anlarda sergilediği soğukkanlı tavrın teröristlerin elinden kurtulmalarının da anahtarı olmasını umdum. Zehra asla teslim olmayı düşünmeyen ekibe teröristlerle çatıştıkları esnada iyi liderlik ederek vasfını da kanıtlamış oldu. Geçen bölümün sonunda sadece onun ve Serdar’ın taktığı saatlerin öyle sıradan bir detay olmadıklarını ve önemleri olduğunu söylemiştim. Haklı da çıktım tam sis bombasıyla etrafları sarılmışken kol saatinin içindeki bombayı patlatarak Zehra ekibi kurtarmış oldu. Demek ki neymiş ekibi kurtarmak için Serdar’ın daimî kahramanlığına gerek yokmuş. Zehra da bir kadın olarak günü kurtarıp pekâlâ da kahraman olabiliyormuş.

Başta saati kullanma konusunda Zehra’ya duyduğu güven sonrasında ekibin kendini bir şekilde kurtarabileceğine dair hissettiği sarsılmaz inanç bir kenara tahmin ettiğim gibi Zehra’yı seçmek yerine Vatan’ı için seve seve canlarını verecek bu insanların onurlarıyla ölme haklarını ellerinde almadığı için Serdar’a bir kez daha âşık oldum. Doğruydu onun oyunu oynayıp ne ölümlerini ne de seçilenin yaşamını lekelemenin anlamı yoktu. Onların merhametine boyun eğmektense hepsi onurlu ölümü seçerlerdi. Vatanı uğruna seve seve ölümü göze alan insanların hissettiği sadakat ve Vatanseverlik duygusunu onlar anlamaz. Bu durumda Serdar’ın Zehra demesi biz #ZehSer severler için kulağa romantik gelse de onun bu seçimi yapması Zehra’nın onurunu lekelerdi sadece. O yüzden olayın dramatize edilip o noktaya çekilmemesine çok sevindim. Serdar bunu yaparken çok zor bir seçim yapmak zorunda kaldı ama olsun.

Ceren’in Serdar’ı vurma konusunda tereddüt edeceğini hiç düşünmedim. O yüzden Elçi ona “vur” dediğinde hemen silahını ateşlememesini aklında başka bir plan olmasına bağladım. Sahneyi izlediğimde acaba aklından ne geçiyor diye düşündüğümü anımsıyorum. Serdar’ın özgüvensizliğini ve kıskançlığını kullanarak zihnine girmeyi başardığı Elçi’yi vurması benim için de sürpriz oldu ama bugüne kadar ihanet ettiği insanları düşününce fazla da şaşırmadım. Serdar ve Elçi geçmişin hesaplaşmasını yaşarken telefonuna gelen mesajın bununla bir ilgisi olduğunu düşündüm. Ceren’in önce Serdar’a sonra da Şef’e ettiği ihanetten sonra Serdar’a âşık olmasının ya da gerçekten onun hayatını kurtarmış olmasının imkânı yoktu. Ki bölümün ilerleyen anlarda onu kurtarmak için vurup öldürdüğünü sandığımız adam sapasağlam çıktı. Bu saatten sonra değil bizim ekibi; hayatta kalabilmek için Şef gibi Yıldırım’ı bile feda eder.

O yüzden Elçi’yi vurduğunu görüp hikâyenin nasıl ilerleyebileceğini düşünmeden bazı şeylerin hemencecik üstüne atılmanın ve koskoca MİT ajanını bir hain kurtardı diye ortalığı ayağa kaldırmanın bir anlamı yok bence. Senaristler grubunu terörist sevici olmakla suçlamak dizinin doğası ve konusu düşünüldüğünde sindirmesi zor bir itham. Kaldı ki siz siz olun aşkın ne olduğunu asla anlayamayacak iki ruh hastasının Serdar’ın duyguları konusundaki yaptıkları yorumları ciddiye almayın. Ceren’le olan ilişkisi Serdar’ın küçük yaştan beri hissettiği aile özleminin sadece bir yan etkisiydi. Ceren ona özlem duyduğu şefkati gösterdiği için Serdar duygusal açlığını onunla iyileştirebileceğini sandı yoksa hayatında daha önce hiçbir kadına Zehra’sına baktığı gibi bakmadı. Elçi’nin telsizini kullanıp ilk fırsatta önce Zehra’nın ismini sayıkladı. “İyi misiniz” sorusunu sorarken telaşlıydı. Ancak onun sesini duyduğunda rahatlayabildi. 

 

Evlat Acısı: Anneler Babalar Çocuklarının Öldüğünü Görmemeli

 

Boran’ın abisini intikamını almak isterken kazayla Yıldırım’ın kızını öldürdüğü saldırıdan sonra yaptığı ilk iş elindeki uyuşturucuları iyi fiyattan Rus karteline satarak kazanacağı parayla örgütteki yerini sağlamlaştıracak Çelik Kalkan’ı almaktı. Ancak Boran deyince Roza’nın ölümüyle sonuçlanan saldırının etkilerinden bahsetmemek olmazdı. Hayat sahiden çok garip. Babalarının günahlarının bedelini gerçekten de çocukları canlarıyla ödüyorlar. Kimse yaşattığını yaşamadan ölmez derler ya doğruymuş. Karargâh ekibini bütün dünyaya ifşa edebilmek için Ebru’nun öldürülmesi emrini vererek Uzay’ın daha doğmamış kızının ölmesine neden olan Yıldırım’ın aynı şekilde kızını kaybetmesi çok manidar olmuş. Ki bu sayede Halit’in özel hayatı hakkında hiç bilmediğimiz detayların ortaya çıkması ve evlat acısı odağında Yıldırım gibi bir teröristle arasında bir paralellik de kurulabilmesi güzel olmuş. Hepimizin ortak noktası ki insan olmak ama Halit Başkan’ın kızından ölü değilmiş gibi bahsedilmesi fazlasıyla dikkatimi çeken bir detay oldu…

Evlat kaybetmenin yasını tutmanın doğru bir yöntemi yok. Sadece toplumda kabul görmüş normları var. Ağlamak doğal; ağlamamak ayıplanmalı gibi. Zaten hiç kimse bir başkasına acısını nasıl yaşaması gerektiğini söylememeli. Hiç kimse de acısını bu kalıplara göre yaşamak zorunda kalmamalı. Halit Başkan’a dönecek olursak eğer kendime şöyle dediğimi hatırlıyorum acaba kızı kaçırıldı da yerini o mu biliyor? Kızı acaba sezonun başında yürüttüğümüz tahminlerdeki gibi yetimhanede büyüyen “Pınar” mı yoksa hain olarak yetiştirilen “Ceren” mi? Açıkçası 31. bölümün fragmanını izledikten sonra onun tahmin ettiğimizin aksine yeni bir karakter olduğuna düşünmeye başladım.

Her ne kadar kızının öldürülmesinin asıl nedeni kendisi olsa da silahını ateşlediği anda silahından çıkan kurşunların izlediği yolu gösteren sahneye bayıldım. Çekimi büyük bir ustalıkla yapılmıştı. Kapkaranlık bir depoda sadece onun yüzünü görebildiğimiz ve silahından çıkan her kurşunda ışık patlamalarının olduğu o sahneyi çok sanatsal buldum. Şiddeti gözümüze sokmak yerine sadece ima edilerek anlatıldığı hikâye örgülerini daima sevmişimdir. Bu sahnede de şiddeti görmek yerine kızını yeni kaybetmiş bir adamın acısını ve öfkesini görebilmemiz gerçekten Teşkilat farkı. Ancak bu sahneye özen gösteren Teşkilat ekibinin #ZehSer araba sahnelerinin hayranları için çok özel olduğunu bile bile Ceren’le Serdar için araba sahnesi yazmaları olmamış. Araba sahneleri #ZehSer’e özgü olmalıdır bence.

 

 

Gelelim artık her bölümde bir gelenek haline gelen #ZehSer koltuk sahnesine. Açılışı en azından bu sefer ki geçen haftaki gibi değeri saniyelerle ölçülen bir sahne değildi diyerek yapmak istiyorum ki yirmi dokuzuncu bölümün ağır eleştirilere maruz kalmasının başlıca nedeni #ZehSer sahnesinin kısalığıydı. Sahne görsel anlamda geçen haftaki bölümün bir paraleli gibiydi. Geçen haftaki koltukta birbirlerine dokunabilecek kadar yakın oturmuşlardı. Bu 2 sahne arasındaki terk fark bu defa uyumlu giyinmek yerine birbirlerinin kontrastı olan renklerde giyinmeleriydi. Serdar yaşadığı hayal kırıklığının yarattığı duygusal çöküntüyü yansıtırcasına siyah bir kazak giymişti. Zehra onun aksine kendi deyimiyle “karanlık düşüncelerini aydınlatan” bir renk olan beyazı tercih etmişti. Ceren yüzünden boğuşmak zorunda kaldığı tüm karanlık düşüncelere rağmen Zehra’nın hayatındaki varlığı içinin umutla dolmasını sağlıyordu.

Serdar’ın oturuşundan bile anlatmadığı bir şeyler olduğunu anlayan Zehra’nın Serdar’la olan ilişkisi görünürde hiç ilerlemiyormuş gibi görünüyor ama görünüş çoğu zaman yanıltıcı olabiliyor. #ZehSer çifti birbirini o kadar iyi tanıyor ki konuşmadan bile birbirlerinin bir derdi olduğunu anlayabiliyorlar. Bazen konuşup dertli olanın içini rahatlatmasına destek olurken bazen de sadece dertli olan dinelyip içini dökerken yanında oluyorlar. Bu yüzden benim için birçok dizi çiftinden daha gerçek ve duygusal anlamda daha güçlüler. Serdar Ceren’in aslında Elçi’nin sevgilisi olmasına bozulmadı; Serdar bu ikili tarafından hayatının MİT mensubu olmakla ilgisi olmayan özel kısmının daha da önemlisi mahreminin ihlal edilmesine bozuldu. Elçi’nin sevdiğini söylediği kadını onun hayatına sokmayı nasıl göze aldığını  anlamaya çalışmak başını ağırtıyordu. Doğrusu insanın seviyorum dediği bir insanı başka birinin romantik hayatına nasıl sokabildiğini anlamıyorum. Ki Ceren’in Elçi’yi vurmuş olması da gerçekleri bilmeyen biri için kafa karıştırıcıydı.

 

“Serdar (…) Düşündüğüm şeyi düşünmüyorsun değil mi?

Şu sıralar ne düşündüğümü ne düşüneceğimi inan ben de bilmiyorum. Boşver.

Çünkü ortada düşünülecek bir şey yok. O yüzden olabilir mi?

Dürüst olmak gerekirse önleyemediğim bir öfke var içimde.

Bazem öfkelenmek iyidir. Sana ihtiyacın olan enerjiyi verir.

Doğru ama bu kadarı da fazla sanki. (..)

Artık geçmişte yaşananların yükünü tek başına taşımak zorunda değilsin.

Taşıyamıyorum zaten. Bütün bunlar fazla geliyor bana. Bütün bu oyunlar, ihanetler. Sindiremiyorum.”

 

Öyle bir yaşam düşünün ki ailenizle yatakta olmanız gereken sıradan bir gecede eviniz hiç beklemediğiniz bir anda cehenneme dönüşüyor ve anne babanız sizi kurtarmayı başarıyor ama siz onların gözünüzün önünde can verişini izlemek zorunda kalıyorsunuz. O yaşa kadar bildiğiniz ve yuvam dediğiniz ülkeden alınıp yabancısı oldunuz ülkeye getiriliyorsunuz. Sonra bütün hayatınızı aile özlemi çekerek ve sizin ailenizin başına gelenlerin başka bir ailenin de başına gelmemesini sağlamaya çalışarak geçiriyorsunuz. Sonra biriyle tanışıyorsunuz ve elinize yeniden aile olma fırsatının geçtiğini düşünerek umutlanıyorsunuz sonrasında hem o insanın yanınıza yerleştirilmiş bir hain olduğunu hem de kaçırılarak zihninle oynandığını öğreniyorsunuz. Kim olsa Serdar gibi tepki verirdi. Travmayla gerçekleştiği zaman başa çıkmamak geçmiş travmasının ileride hiç beklenmedik bir anda yeniden tetiklenmesine neden olabilir.

 

 

Ceren ona bir insana yapılabilecek en kötü şeyi yaptı sadece duygularıyla oynamadı; aynı zamanda geleceğe dair  kurmuş olduğu tüm hayalleri de paramparça etti. Böyle söyleyince aklıma İsrail’e birlikte göreve gittiklerinde ettiği bir diyalog geldi “bundan sonra hoşlandığım hiçbir kadına güvenemem” diye. İki sahnenin paralelliği dikkatimi çekti. O zaman Serdar’ın geceleri gördüğü kabuslardan şimdi de yaşadığı hayal kırıklığından söz ediyor olsalar da ana tema bakımından birbirlerinin devamı 2 sahne olduklarını söylemek mümkün. Kendine yalan demeyeceğini bildiği ve daima sırtını yaslayabileceği tek kadının Zehra olduğunu bilmesi ikilinin arasındaki duygusal dinamiğin boyutunu da değiştirdi. Geçmişine dair travmalarının yükünü tek başına taşıyamayıp ağırlıkları altında ezilmeye başladığında Zehra’nın ona destek olacağını ve yüklerini paylaşacağını bilmek Serdar’a güven duygusu aşılayan bir durumdu…

 

Seninle Konuşurken İçimdeki En Karanlık Düşünceler Bile Aydınlığa Çıkıyor

 

“Bunların bir önemi yok. (…) Çünkü artık ben varım. Biz varız. Biliyorsun en başından beri sana en şüpheci yaklaşan bendim. Ama seni tanıdıkça…

Ne? Tanıdıkça ne? Ne değişti?

Ceren’e neden bağlanmak istediğini anladım. Sen aslında Ceren’i değil; geçmişte yaşayamadığın o aitlik duygusunu istedin.

İyi de değişen bir şey yok ki ben hala aynı benim. Hala şu koca dünyada bir başıma gibi hissediyorum.

Biz senin aileniz.

Biliyorum. Biliyorum. Ve bana bunu hissettirdiğiniz için minnettarım.

Her şeyden önce sen bizim için çok değerlisin. Benim için çok değerlisin.

Seninle konuşurken içimdeki en karanlık düşünceler bile aydınlığa çıkıyor biliyor musun? İyi ki varsın.

Sen de öyle. (…) İyi geceler.” 

 

#ZehSer’in çiftinin bölümdeki en sevdiğim repliklerinin bunlar olduğunu söyleyebilirim. Birbirlerine karşı hissettikleri aşkı itiraf etmediler belki ama ilk tanıştıkları günden bugüne aralarındaki ilişkinin boyutunu değiştiren tüm gerçekleri dile getirdikleri ve Zehra’nın her söylediğinin üstüne Serdar’ın onunla flört etmeye çalıştığı diyalogdu. Eskiden olsa Zehra bir cümleye “ben varım” diye başladığında duygularını belli etmemek için hemen “biz” diyerek değiştirirdi ama artık bunu yapmıyor. Aksine ekipteki herkeste önce kendisinin Serdar’ın daima yanında olduğunu bilmesi için önce “ben” diyerek başlıyor. Üstelik ilk tanıştıkları zamanda ondan şüphelenen ilk insan olduğu halde onu daha iyi tanımaya başladıkça neden Ceren’e tutunmak istediğini anladığını söylemesi ilişkilerinin nereden nereye geldiğini anlatıyordu. Serdar’ı ilk gördüğünde ona hiç güvenmediğini söyleyen kadın şimdi onu tanıdıkça hislerinin değiştiğini söylüyordu. Zehra’nın mantığıyla değil; duygularıyla onun güvenilebilir olduğuna karar vermesi büyük gelişmeydi…

Dilini iyi kullanmayı bilen insanlar kalplerinden geçen hisleri ifade etmek konusunda da iyidirler ancak dünyanın en süslü ve romantik cümleleri bile kişinin cümlesini tamamlamamasından daha büyük bir etki bırakamaz. Yazılarımda sıklıkla kullandığım o üç nokta ve Zehra’nın Serdar’la konuşurken “seni tanıdıkça…” diyerek yarım bıraktığı o cümle içeriğinde kelimelerin anlatabileceğinden çok daha fazla anlam taşıyordu. Ki insanın kalbinden geçenleri bazen en iyi kelimeler değil; suskunluklar ve tamamlanmamış cümleler anlatır. Zehra’nın cümlesini yarım bıraktığı noktada Serdar’ın yüzünde beliren tebessüm ve başının üstündeki kara bulutların yerini neşeye bırakması da bunun kanıtı.

Sanırım dizi yorumlarımda sıklıkla kullanmayı sevdiğim bir şey de iki farklı bölümden sahneler arasında paralellikler kurmak olabilirim. Elimde değil kendime hâkim olamıyorum. 20. bölümde #ZehSer çifti olarak İsrail’de operasyona gittiklerinde Serdar kâbus görüp uyandığında Zehra ona destek olmak için elini tutmuş; Serdar’ın ona dokunduğunu fark ettiğini anlayınca da geri çekmişti. Ancak Zehra’nın bu defa istemsizce değil; bile isteye Serdar’a dokunması ve Serdar’ın da irkilerek geri çekilmek yerine bu defa elini Zehra’nın elinin üstüne koymayı seçmesi hislerini kabul ettiklerinin ve ilişkilerinde duygusal anlamda dünden bugüne çok şeyin değiştiğinin paralel bir sahneyle mükemmel şekilde anlatılmasıydı. Onu en karanlık düşünceler içindeyken bile gülümsetebilen tek şeyin Zehra olması ne güzel. Az önce umutsuzluk deryasında boğulan Serdar’ın gözlerinin içine bakarak “tanıdıkça ne değişti?” diyerek hislerini itiraf etmesi umuduyla Zehra’ya bakarken gülen yüzünde meydana gelen değişimin böyle hızlı olması beni şaşırttı.

Gözlerinin içi gülmeye başlayan Serdar düşüncelerinin en karanlık olduğu anda bile kendinde onunla flörtleşecek gücü buldu ya bu sahneyi izlerken benden daha keyiflisi yoktu. Sahneyi onun gibi suratımda bir tebessümle izledim. Zehra da benim gibi Serdar’ın Ceren’le birlikte olma nedeninin aşk değil; aile özlemi olduğunu anlamasına sevindim özellikle de Serdar’ın “değişen bir şey yok ki ben hala aynı benim” dediği noktada hala bir aileye ait olmayı özlediğini ve hala ait olacağı birini aradığını ima ettiği noktada kalbim eridi. Serdar’ın hissettiği yalnız duygusu içimi parçaladı. Zehra’nın ona bir aile olduklarını hatırlattığı sahne bu sezonun temel temalarından biri olduğunu savunduğum aile temasının dillendirilmesine sevindim. En çok da Zehra’nın gözlerinin içine bakarak “bana bunu hissettirdiğiniz için” dediğinde asıl kast ettiği ailenin Zehra olması detayına kalbimi bıraktım. “Seninle konuşurken içimdeki en karanlık düşünceler bile aydınlığa çıkıyor” demek bana umut ışığı oluyorsun demek değilse nedir hiç bilmiyorum. Bir insanın yaşadığı olumsuzluklara karşı size umut ışığım demesinden daha güzel bir aşk açıklaması olduğunu sanmıyorum.

Zehra’nın gözlerinin içinde tüm dünyadan kopup aşka daldığı ve parmaklarıyla Zehra’nın parmaklarını okşadığı o an gene öpüşmeye çok yakın oldukları ama duygularına hâkim olamayacaklarını düşündükleri için geri çekildikleri anlardan biriydi. Zehra’nın parmaklarını okşarken gözlerinin Zehra’nın dudaklarına kaydığını hesap edecek olursak uyuma bahanesiyle kalkıp gitmesi yerinde bir karar olmuş zira bu şekilde flörtleşmeye devam ederlerse duygularını daha fazla içinde tutamayıp duygusal ve güdüsel bir tepki vermesi yakındır. İlk aşk itirafını bence Serdar yapar. Bir baksanıza Halit Başkan onları operasyon için uyandırdığında ikisinin de bir ağızdan “beni uyku tutmamıştı” diyerek birbirlerine bakmaları da aşk itiraflarını yapacakları günün düşündüğümüzden de yakın olduğunu kanıtlar cinstedir.      

 

twitter

 

Boran’a dönecek olursak eğer kendisini Yıldırım’ın gazabından koruyabilmek için elini güçlendirmek ve örgüt içinde yükselmek istemesi ondan beklenmeyecek kadar zekice bir hamleydi. Bunu bildikten sonra karargâh ekibi için 2’yle ikiyi toplamak hiç zor olmadı. Mantıklı olan yeni bir alıcı aramak yerine daha önce görüşmüş olduğu ve malı almaya çok hevesli olduğunu bildiği bir alıcıyla yeniden iletişim kurmaktı. Ekip de bunu tahmin ederek bütün gece Rusların lideri Igor’un yerini tespit ederek onun üzerinden Boran’ı bulmanın planını yaptılar ki karargâh ekibinin kolektif akılla başlayan titiz planlama sahnelerini izlemeyi seviyorum. Bu sahnelerin müzikle geçiştirilmesine üzülüyorum. Eyleme geçmeden önceki planlama evresine her birinin katkıda bulunması sürecini izlemeyi sevdiğim için olabilir bu.

 

Bu Karteller De Bir Acayip: Sadece Konuşmak İstiyorum

 

Geçen haftaki bölümden sonra kendimi tekrara düşmemek için Serdar’ın Sandor olarak Cenevre’de Igor’a gitmesi ve onun üstünden Boran’ın yerini tespit etmeye çalışması operasyonundan uzun uzun bahsedecek değilim; sadece geçen hafta en çok eğlendiğim sahnelerin Sandor sahneleri olduğunu bilmeniz yeter. Şu anda bu küçük operasyon hakkında konuşmamın tek sebebi; deri ceketli Serdar sahnelerini atlamak istemememdendir. Rus Kartelinden çok hipsterlara benzediği görüşümün hala arkasındayım ama deri ceketin kendisine çok yakıştığını da inkâr edemem…

Aynı renk ceket giymiş olmalarını sevinsem de operasyon öncesinde Zehra ve Serdar’ın arabada yan yana olmama durumlarına epey bozuldum. Çok fazla sahneleri olmadığında biz #ZehSer severler azıyla bile yetinmeye bu anları defalarca oynatıp bir dokunuşa bile sayfalar dolusu methiyeler yazmaya alışmışız. Ama bizi yorumlayabilecek bir malzeme vermediklerinde mecburen bir sonraki #ZehSer sahnesiyle ilgili büyük beklentilere girip sabırsızlanıyoruz.

Geçen sefer Sandor olarak buluşmaya gittiğinde Hulki’yi neden yanına almadığı fikri içime çok büyük dert olmuştu. O yüzden bu sefer Hulki’yi yanına almasına sevindim zira Igor’la bu sefer buluştuğu ortamda “can güvenliği” geçen seferkine göre daha azdı. Söz konusu Ruslar mı Sırplar mı olduğunda erkekler dünyasının geriye kalanında olduğu gibi egolarıyla yönetilen çok erkek olduğundan insanların önyargılarını yıkıp mantıklı düşünmelerini sağlayacak bir A planı henüz icat edilmedi. Haliyle ekibin Rus Karteli’yle konuşarak anlaşma planının da işe yaramaması beni hiç şaşırtmadı. Doğrusu son zamanlarda Karargâh ekibinin A planından ziyade B planına bel bağladıklarını görüyoruz. Ki B planı sayesinde iki aksiyon izlemiş oldum. Serdar ve yakın dövüş sahnelerini özlemişim o yüzden hiç şikayetçi değilim. Ama en çok dikkatimi çeken detay onun için endişelenen Zehra’ya müdahalede etmemesini söylemesiydi.

Serdar’ın hedefiyle arasındaki bütün engelleri aşarak Igor’a ulaşabilmesinden çok etkilendim özellikle de kendisini sakince dinlemesini sağlayabilmesine bayıldım. Serdar sahiden de en iyi işlerini sahadayken sergiliyor. Igor’u kendi yarattıkları sahte delilleri kullanarak Boran’ın herkesi satan bir hain olduğunu inandırmayı başardı. Ki sanırım buna manipülasyonun gücü deniyor. “Önemli olan gerçek değil; senin onu nasıl ifade ettiğindir” tarzı bir planla da zorlama olmadan Igor’un ağzından istedikleri bilgiyi öğrenmeyi başardılar. Bir adamı sandalyeye oturtup sorgulamak yerine kendisine iyi bir akıl oyunu oynayarak kendi rızasıyla bülbül gibi şakımasını sağlayabilirsin. Bir dolandırıcıyı işinde iyi yapan şey sattığı şeyi hiç satmak istemiyormuş gibi görünerek seni bunu kendi rızanla istediğine inandırmasıdır. Bir İstihbaratçıyı iyi yapan şey de senden bilgiyi almaya değil; sana bilgi vermeye çalışıyormuş gibi davranmasıdır. Sana kendini suçlu değil de mağdur tarafmış gibi hissettirdiği anda kendiliğinden anlatmaya başlarsın Igor gibi…

 

Deliliğin İsmi de Takıntı Olmuşsa Operasyonu

 

Igor’dan edindikleri bilgi doğrultusunda Boran’ın kaldığı otele operasyon düzenleme hazırlığına başlayan karargâh ekibinin amacı hem Boran’ın silahı almasını engellemek hem de Segei’in Çelik Kalkan’ı terörist örgütlere satmasını engelleyebilmek için silahın tutulduğu yeri öğrenmekti. Doğrusu Zehra ile Serdar, Hakkı ile Pınar eşleştirmelerinin yapıldığı bu operasyonun final sahnesinden sonra bölümün en etkileyici sahnesi olduğunu söyleyebilirim. #ZehSer çiftinin ayrı ayrı eşleştirilmediklerini görmek içimi rahatlattı. Boran’ın Serdar ve Zehra’nın suretlerini sorgu odasında yaşananlardan sonra unutmayacağını düşünecek olursak Serdar ve Zehra’nın Sergei yönelmeleri çok mantıklıydı. Hakkı’nın bu planda arka planda kalması ve Pınar’ın uzun bir zamandan sonra Hakkı’dan başka biriyle eşleşmesi ise operasyonun en büyük sürprizlerinden de biriydi. Düşünüyorum da bu sezon daha önce hiç eşleşmemişlerdi…

Âdem ve Hakkı’nın hiç dikkat çekmeden Sergei ve Boran’ın kaldığı odaları tespit edebilme yeteneklerine hayran oldum. Genel görünüş itibariyle dikkatleri üzerine çekmeyen ya da tehdit olarak algılanmayan tiplere sahip olmanın avantajı bu. Görünüş demişken Zehra’nın bu defa hiç kılık değiştirme ihtiyacı duymadan kendisi olarak operasyona katılması detayına bayıldım. Normalde daha masküler bir giyiniş biçimine sahipken operasyon zamanlarında daha şık ve feminen olmasını seviyorum. Ayrıca sade arabada durup bekliyor olsalar da Serdar’la ikisine araba sahnesi yazılmış olmasına sevindim. Birçoğunuz belki benimle aynı fikirde değilsiniz ama ben #ZehSer’in araba sahnelerini izlemekten keyif alıyorum. Bunun dışında Zehra’nın üzerindeki deri cekete de saçlarının açık ve yapılmış haline de bayıldım. O kadar güzeldi ki Serdar’ın gizli gizli onu süzmesine hiç şaşırmadım. Zehra zaten çok güzel bir kadın ama bu haftaki görünüşü en iyilerinden biriydi. Özellikle aralarındaki (gri/siyah) renk uyumunu izlemek muhteşemdi.

En sevdiğim operasyonların #ZehSer’in çift olarak katıldıkları operasyonlar olduğu doğrudur ama bundan sonra en sevdiğim operasyonların da #takımruhu uygun şekilde herkesin bir görevinin olduğu kolektif operasyonlar olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenden ötürü de ekibin oteldeki operasyona bayıldım. Yoruma nereden başlasam bilemedim.

Önceliği #ZehSer’e verecek olursam eğer Sergei ile görüşmek için otele giriş yaptıkları sahnenin havalı olduğunu söylemekle başlamak isterim. Birçok izleyici Serdar’ın “kendisinin büyük hayranıyım” diyerek Ivan Drago demesini eleştirmiş ama bence yersiz bir eleştiri olmuş. Sonuçta “Ivan Drago” Sergei’in yanına gidebilmeleri için söylemekle yükümlü oldukları parolaydı. Bunu Serdar değil; Sergei seçti. Rus bir silah satıcısının Rus bir boksörün ismini şifre olarak kullanması ne kadar normalse onlarla iş yapmak için gelen bir grup insanın da filmdeki kötü adam gibi “kötü” oldukları imasında bulunmak için kendisinin en büyük hayranı olduğunu söylemesi de o kadar normaldi. İzleyicileri zevkin söz konusu olduğu konularda çok müdahaleci ve eleştirel buluyorum. Bu kadarına da karışmayın isterseniz.

İşin Hulki ve Pınar boyutuna gelecek olursak eğer Hulki bildiğimiz Hulki’ydi ama Pınar operasyondayken bambaşka bir Pınar’dı. Karakter tanıtımında kılık değiştirme uzmanı olduğu söylendikten sonra peruklarla operasyonlara daha çok Zehra’nın katıldığını izledikçe Pınar’ın geri planda kaldığına dair küçük naçizane bir eleştiri yapmıştım. Onun da kılıktan kılığa girdiğini görmeyi çok isteyen izleyici kitlesinin bir parçası olarak kızıl saçlarını ve mavi gözlerini görmekten büyük keyif aldım. Bu haliyle bana Paramore grubunun solisti Hayley’i gözlerinin renginden olsa gerek biraz da Beşinci Element filmindeki Millia anımsattı. Peruk ona çok yakışmıştı. Operasyonu kameralar aracılığıyla izleyen Gürcan’ın Pınar’ın bu halini hayran hayran izlemesine bakılacak olursa da o da benimle aynı fikirdeydi.

 

“Boran nerede?

Açıkladık. Bizi o gönderdi.

Durumu biraz sıkıntılı. İnterpol tarafından aranıyor olabilir.

O yüzden risk almak istemedi. (…Garip…)

Neden emniyet önlemi almak hepimiz için iyi bir şey bence.

Bana hiç bahsetmedi bu durumdan.

Telefonla konuşmak istememiş olabilir.”

 

 

Zehra ve Serdar’ın Sergei onun için arabuluculuk yaptıklarına inandırmaları Hulki ve Pınar’ın Boran’ı arabuluculuk yaptıklarına inandırmalarından çok daha zor oldu. Bu durumda Sergei daha akıllı olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnterpol peşinde olduğu için saklanmak zorunda kaldığı ve bu yüzden de görüşmeye katılamayacağı yalanı aslında gayet ikna edici bir yalandı ama Sergei belli ki ticareti konusunda biraz paranoyak. Gerçi “sonradan üzülmektense temkinli olmak daima iyidir” derler ama onun bu temkinli tavrı Karargâh ekibinin operasyonunu baltalıyordu. Neyse ki Gürcan, Pınar ve Hulki’nin düzenlediği eş zamanlı operasyon sayesinde Boran’ın ses kaydını almayı becerdi de bu sayede Zehra ve Serdar operasyona kaldıkları yerden devam edebildiler. Yoksa operasyonun kendisini geçtim oturmaya bile hak kazanamayacaklardı. Gerçi Gürcan da az kalsın işi batıracakmış gibi oldu ama güzel toparladı.

Zehra’nın Boran’ı aramasını geciktirmek için odadaki baskın karakter gibi davrandığı sahne çok etkileyiciydi. Kaldı ki kendi karakteri de baskın ve özgüvenli olduğu için Zehra adına bu hiç zor olmadı. Benim tek anlayamadığım şey Zehra’nın genel anlamda arabulucu tavrına karşı Serdar’ın neden bu kadar sert bir giriş yaptığıydı. Sergei Zehra’ya “güzel bir kadın” olduğunu söyleyince yüzünün aldığı hale bakılacak olursa Zehra’yı kıskandığı kesindi ama öncesi neden bu kadar tahammülsüz ve tepeden bakan bir ses tonunu içeriyordu; anlayamadım. Bu arada operasyonlar sırasında kim Zehra’nın güzel olduğunu söylese Serdar’ın yüzünü aynı ifade kaplıyor. Doğrudan Zehra’ya bakarak “ben bunu döverim” der gibi attığı bakışı daha önce Irak operasyonunda Elçi’nin onunla flört ettiğini işittiğinde de vermişti. Cenevre’deki toplantıda Rudolf olduğunda da yapmıştı bunu. Bir gün birine patlayacak ama kim bilir kime? O anda operasyonda olmasalardı onunla zıtlaşan Sergei ağzını burnunu kırarmış gibi bir hava sezdim, Serdar’da. 

Sadece benim mi dikkat ettiğim bir mevzu bilmiyorum ama karşısında bir kadın olduğunda Boran’ın hiçbir şeyden delil isteyecek kadar şüphelenmemesi çok garip. Bu kadınlara bir zaafı olduğundan mı yoksa onları tehdit olarak algılamamasından mı kaynaklanıyor hiçbir fikrim yok ama Pınar’ın görünüşünün hiç silah satıcılara benzemediğini söylediğinde ikincinin daha kuvvetli ihtimal olduğunu düşündüm. Ki Pınar’ın bu yorum karşısında istifini bozmadan silahları tek tek tanıttığı sahne bu dizideki kadın karakterler adına ikonik bir sahneydi. Onu en son böyle bir tüfekle gördüğümde geçen sezon bizimkiler için keskin nişancılık yapıyordu diye hatırlıyorum. Silah ve İstihbarat işlerini erkeklerin dünyası olarak zihinlere kodlayan her kimse çok büyük bir hata yapmış. Kadınların da erkeklerin yaptığı her şeyi yapabilecekleri mesajını dizideki kadınlar üzerinden veren senaristlerimizin yaklaşımları göz yaşartıyor.

 

 

Elmas konusuna gelecek olursak da SİHA’ları düşürebilecek bir savunma sistemini teröristlere kara borsada satan bir kapitaliste gerçek elmaslarla ödeme yapmak doğru olmazdı diyorum. O yüzden sahtelerini verip Sergei aradaki farkı anlamamasını umut etmeleri riskli bir plan olsa da bu kadar kısa zamanda ellerinden gelen en iyi plandı bence. Gerçi garantici Sergei elmasların gerçekliğini test ettirmek isteyince ortam biraz ısınır gibi oldu ama Boran’ın aptal oluşu ve zamanlamayı iyi tutturmuş olmaları sayesinde olay çözüldü. Elmasın sahte olduğu ortaya çıksaydı Sergei denen adamdan Çelik Kalkan’ın yerini asla öğrenemeyeceklerini düşünecek olursak eğer bu operasyonun gerçek kahramanlarının perde arkasından işleri el çabukluğuyla halleden Hakkı ve Âdem olduğunu söyleyebilirim. Onların sayesinde Boran’daki elmasla kendi elmaslarını değiştirerek operasyonu kolay yoldan tamamlamayı başardılar.

Karargâh A planlarını uygulamaya koymayı bırakıp direkt B planlarına mı geçseler acaba? Zamandan kazanırlardı. Uzay’ın planı sahiden iyiydi. Tek sorun o kadar zorluğu atlattıktan sonra silahların teslim edileceği adresi adamdan öğrenememeleriydi. Neyse ki o mesaj işini de Serdar el çabukluğuyla halletti. Eğer ajan olmasaydı iyi bir yan kesici olurdu da Pınar konumu onaylamak için Boran’dan adresi sesli okumasını isteseydi bu sorun daha çabuk çözülmez miydi acaba? SİHA ve Çelik Kalkan meselesinde Milli savunma araçlarımıza karşılıklı teröristlerle yapılan ticarete girmeyeceğim sonra ister istemez kendimi dış politikalar siyaseti yaparken buluyorum ve adminim sonra kızıyor!

 

Sırlar Açığa Çıkıyor: Son Yüzleşme

 

“Elçi yaşıyor.

Şaşırmadım desem. Neyse tahmin etmiştik ama. Bırakalım Ceren kendini akıllı sanmaya devam etsin,

Onun bu özgüveni işimize yarıyor.

Boran’ın peşinde olmalılar. Ceren yine yapacağını yapmış.”

 

Ceren’in sahnelerinden ben de memnun değilim. Haftalar önce hikayesinin sona ermiş olması gerektiğini düşünen kitleden biriyim ama herkesin dilinde sakız gibi döndürdüğü tek başına MİT’i oyuna getirdiği eleştirilerini gerçekten anlayamıyorum. Ceren’in hayatta kalabilmek ve Şirket’in ona biçtiği rolü oynayabilmek için çok fazla oyun oynadığı görebiliyorum. Ancak hiçbir oyununun da gizli kalmadığı bu sahneden belli. Ceren söylediği yalanları en fazla günü kurtarmasına yardımcı oluyor; ekibi tamamen kandırmasına yetmiyor. Karargâh ekibi onun nerede ve kimlerle neler yaptığını biliyor. Ayrıca Serdar’ın Elçi’nin yaşadığını görünce hiç tepki vermemesi ve bu duruma şaşırmaması onun da benim gibi Ceren’in onu bir çıkarı olmadan asla kurtarmayacağını bilmesinden kaynaklanıyor. Ona inanmamış olduğunun ve öncesinde yapmış olduğu eylemin kafasını karıştırmayı başaramadığının en iyi kanıtıydı bu replikler. Ki arabadayken de silahı alır almaz ilk işlerinin Ceren ve Elçi’yi öldürmek olduğunu konuştuklarına göre her şeyin bir doğru zamanı varmış demek istiyorum. O yüzden bu sahneyi yazan senaristlerimize teşekkür ediyorum ancak arabada #ZehSer’i tekrar ayrı ayrı oturttukları için de çok sitem ediyorum. Zehra’nın yanında neden Pınar oturuyor?

Her ne kadar Elçi’nin bu ölmeme durumu 9 canlı kedi hikayesine dönmüş olsa da elbet 1 gün bütün canları bitecek. Ancak o zaman gelene kadar Ceren’le birlikte bir işe yaramalarına sevindim. Başından beri Roza’yı hiç sevmemiş olsam da masum bir genç kızı öldüren Boran işlediği bu günahın bedelini ödemeli. Zira hiçbir masum başkalarının suçlarının bedelini canıyla ödememeli. Ve hiçbir ebeveyn evladının ölümünün acısıyla sınanmamalı. Boran’ı alıp Yıldırım’a götürdüklerinde asıl hedefinin o olduğunu söyleyen Boran’ın ölümü çok korkunç oldu. Sahnede yaşanan vahşeti gözlerimizle görmedik ama çıkan seslerden ve Yıldırım’ın yüzündeki ifadeden gözümüzde canlandırabildik. Ki sahnede arka plan olarak Yıldırım’ın karanlık düşüncelerini yansıtan siyahın seçilmiş olmasını beğendim. Kızının ölümündeki payını görmemek için yanlış bir şey yapmamış gibi davranması inkâr sürecinin bir parçasıydı. Kızının ölümündeki rolünü biliyor aslında ama kendini parçalamamak için tüm öfkesini Karargâh ekibine yönlendiriyor.     Yıldırım bir yandan kızının intikamını almış olurken bir yandan da hiç fark etmeden kendini karısına açık etmiş oldu

Çetin sinek öldürüyormuş gibi Tövbekar’ı öldürme planında ısrarcı davranmaya devam ederse eninde sonunda zaten ölecekmiş gibi geliyor bana. Kaldı ki onu öldürebileceğini düşünmesi cahilce olsa da en azından yürekliceydi. Ama adamın arkasından iş çevirip geçmişini deşmesi acımasızcaydı. Anlamadığı konuda eleştiriler yaparken kendi elleri temiz olsaydı keşke. İnsanlar hakkında konuştukları insanın o zamanki yaşam koşulları, hayatı ve ruh halleri hakkında hiçbir bilgileri olmadan acımasızca eleştiriler yapıp yargılarda bulunmayı ne kadar çok seviyorlar. Halbuki doğru zamanda doğru noktaya yapılmış bir baskıyla herkes 1 gün katil olabilir. Bizi katillerden ayıran tek şey henüz böyle bir suça bulaşmamış olmamızdır. Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir. Hepimiz geçmişimizde gurur duymadığımız hatalar yapmış olabiliriz. Önemli olan bu hatamız ne kadar kötü olursa olsun; ondan bir ders almış olmamızdır. Günahlarımızı telafi edip insanlığımızı da geri kazanmaya çalışmaktır. Tövbekâr zor olanı yaptı. Çetin zaten kale alınacak adam değildi ama Barış’ın birlikte yaşadıkları once şeyden sonra çekip gitmesi büyük ayıptı.

 

 

Son sahnede silahların yüklü olduğu tırlara ulaşmak hususunda Elçi’nin birilerine içi dolu bir kese vererek pazarlık yaptığını görünce bir şaşırdığımı itiraf etmeliyim. İki bölümdür gerçekleştirilen o kadar operasyondan sonra karargâh ekibi denizleri aştı da ufacık bir nehirde mi boğuldular diye düşündüm. Üstelik babam da yola ilk çıkan onlar olduğu halde Ceren ve Elçi nasıl oldu da silahlara onlardan önce ulaştılar diye sahneyi eleştirdi. Tam o anda zihnimde bir ampul yandı. Adeta gelmekte olan sahneyi içimde hissedebiliyordum. Saniyeler ilerledikçe içimdeki yoğun duygular Serdar’ın Ceren’i aramasıyla birlikte dalgalar gibi yavaş yavaş kıyılarıma vurmaya başladı. Serdar bütün bunları neden yaptığını sorarak kendisiyle vedalaşıyordu.

Artık hikâyede bir şeylerin sonuna geldiğimizin ve yeni bir sayfanın açıldığını görebiliyordum ki Serdar “Ben biliyorum ama. Bir ajanın en kötü anı nedir bilir misin? Deşifre olduğunu anlayamadan ölecek olmak. Bu da seni beceriksiz bir ajan yapıyor. Güle güle Ceren. Sana ayrılan sürenin sonuna geldik” şeklindeki son yüzleşme konuşmasını yaptı ve hemen arkasından da gerilim müziği eşliğinde depo havaya uçtu. Henüz bir onaylama gelmemiş olsa da artık Ceren’den sonsuza kadar kurtulduğumuzu umut ediyorum. Kimse olmayan üçgenlere takılmak zorunda kalmaz artık. Yepyeni ve daha #ZehSer’li bir dönemin başlamasını umut ettiğimi söyleyerek yazımı tamamlıyorum. Duygusal anlamda en çok kandırdığı insan Serdar olduğu için son konuşmayı onun yapması çok doğaldı da açıkçası ben daha kişisel bir ölüm olmasını bekliyordum deyip bitiriyorum.

Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…    

 

Resimler için  @CatDoctor_  ‘a teşekkürler…

 

Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları

 

 

Noel Pazarları
AVRUPA – En Güzel Noel Pazarları
sığacık ada masalı
SIĞACIK SEFERİHİSAR – Ada Masalı’nın Çekildiği Yer, Nam-ı Diğer Kırlangıç Adası
Alaçatı Tatil
ALAÇATI – Sanki Ege’de bir Vaha
gezdim gördüm san diego
AMERİKA – San Diego
Mekanlar Tarifler
Sütlü Tatlı
Yılbaşında Yapabileceğiniz 5 Şahane Sütlü Tatlı
LONDRA – Londra’da Öğleden Sonra Çayı
künefe
Bir Değil İki Değil Çok Çeşitli Künefe
Şimdiki Aklım Olsaydı (Si lo Hubiera Sabido)
ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI (Si lo Hubiera Sabido) – Ne Dilediğine Dikkat Et!
Poldark
POLDARK – Korkunun, Umutsuzluğun ve Sevginin Derinliklerinde
Poldark
POLDARK – Eve Dönüş
liar yalancı
LIAR (Yalancı) – İki Taraf Tek Doğru
bergen
BERGEN – Bir Tek Şarkı Söylerken Utanmadım Ben
romantik komedi filmler
Latte Kıvamında Romantik Komedi Filmleri
Yarına Tek Bilet Elle Çekim
YARINA TEK BİLET – Belki de Karşılaşmalar Tesadüf Değil Kaderdir
BİZ BÖYLEYİZ – Olsaydı Nasıl Olurdu?
Deli Bayramı
DELİ BAYRAMI – Kim Akıllı Kim Deli, Nasıl Ayırt Etmeli?
evlat oyunu
EVLAT – Her Şey Çok Zor
übü hep übü
ÜBÜ HEP ÜBÜ – Übülük Müessesesi Üzerine
yaşamaya dair
YAŞAMAYA DAİR – Yaşamayı Ciddiye Alacaksın
Copy link
Powered by Social Snap