Yalı Çapkını geride bıraktığımız iki bölüm üzerine Svl‘in kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 75. Bölüm hakkında uzun uzun yazmak istemiyorum işin aslı pek o gücü kendimde de bulamıyorum ama şöyle bir fikirlerimi de paylaşmak isterim.
Bölüm Ferit’in sesinden “Hiçbir hikayenin tek anlatıcısı yoktur.” ile başlıyor. Ferit Seyran’a ulaşmaya çabalarken Seyran Ferit’i üzmemek adına kendinden uzaklaştırıyor bir gün bu arzusu daha da artıp oyun boyutuna geliyor ve Ferit’i kendinden tamamen kopartıyor Suna’nın sözleri Ferit’te çok derin yerlere dokunacak cinsten o yüzden Ferit tek bir günde belki 10 yaş alacak cinsten bir olgunlaşma yaşıyor.
Seyran’a gelirsek; buraya kadar olan Seyran evet bizim tanıdığımız bildiğimiz, kendinden önce etrafındakileri düşünen, sağlıksız bir fedakarlıkta olan Seyran. Buraya kadar karakterle pek de bir yabancılık çekmiyoruz. Seyran Ferit için Ferit’ten Ferit Seyran için Seyran’dan geçiyor.
Bu vazgeçişle kadere teslim olmayla Ferit, Korhan kimliğine bürünürken sadece Ferit olmaktan çıkıyor. Ailesi her zamanki gibi onu görmüyor, duymuyor; o da acısından boğulurken hayatta kalma refleksiyle bir başkasına tutunuyor. Acısı artık sadece yanındaki insanın Seyran olmadığını kavradığı o üç saniyede kalıyor… Çizime başlaması güya sevdiğinden diyorlar ama bana kalırsa en baştaki gibi verilen kimliği geçirmek ve az da olsa ortak anılarda nefes alabilmek… Seyran’dan aldığı ilhamdan anılardan bir şekilde kendine güvenli alan oluşturabilmek.
Tam tersi etkiyle de Seyran, çizimden, okuldan kaçarak yapay bir özgürlük duvarı oluşturuyor. Birisi anılara sığınma eğilimindeyken diğeri kaçma eğiliminde fakat tam bu noktada kocaman bir boşluk oluşuyor Seyfer var olmadığında kendi bireysel kimliklerinden de sıyrılan Seyran ve Ferit…
Şaşırtıcı değil elbette, beklenen bir şey ancak Seyran’ın yeni ilişkisinde büyük bir motivasyon kaybı var; üstelik yeni ilişkisindeki Seyran daha önce görmediğimiz bir Seyran. Ee haliyle bu ilişkiye niye evet dediği, niye sürdürdüğü hepsi kocaman bir soru işareti. En zor anında bile mantığının sesinin hiç susmadığı Seyran, tereddütsüz bilmediği bir hayata ‘evet’ diyor. Seyirci bunu nereye koymalı? Desek ki çok aşık; tüm beklentilerimizi bir kenara koyup değil; içindeki çatışmayı da, kaçtığı özüne kalemlerine hayallerine dönüşünü de Ferit için yaptığına şahit oluyoruz. Ferit’in mutluluğunu gözeten bir Seyran var hâlâ, mesela öfkeli değil. Kendi uzaklaştırıyor ama bekliyor. Bu kötü bir şey değil tabii ki onun Ferit’i ‘kadere razı gelmeyen’, ‘bir şekilde olmazları olduran’ bir Ferit ama beklerken neden yeni bir eli tutup yaşamaya olan korkusunu bu elle aşıyor anlayamıyoruz.
Rüyasında ve her sahnesinde kendine bir oyun oynadığını anlıyoruz ama bu oyunu neden oynadığını anlayamıyoruz. Haliyle yargılıyoruz ve kopuyoruz karakterden. Ailesiyle olan bağı, travmaları sığlaştırılıp yeni giren seyircinin tanımadığı dokuya yakıştırmadığı, yeni bir karakterin peşinde oradan oraya savrulan bir karakter var. Seyirci ne izlediğini olayların nereye bağlandığını asla anlamıyor ve güven duymuyor haliyle. Üstelik Seyran seyircinin gözünde en çok mutluluğu hak eden karakterken, bedel ödeyecekmiş korkusu sarmaya başlıyor seyirci daha da kaçıngan bir yaklaşım sağlıyor işe…
Seyran’ı ve Ferit’i bir kenara bırakırsam da Suna ve belli olmayan motivasyonları; yapay, damdan düşme bir AbSun düğünü, değişmiş bir kimyayla AbSun karşılaşıyor beni. Yine yeniden seyirci şokta…
Abidin’in Ferit’le nasıl koptu belli değil… Suna’yla ne zaman karşılaştı belli değil…Arabesk ve duygusal ve birbirlerini yarı yolda bırakmış travmalı iki insan nasıl bu kadar vıcık vıcık yeni bir dinamiğe girdi anlamıyor haliyle seyirci ve yeniden uzaklaşıyor ekrandan.
Bu sefer karşımıza Orhan ve yeni metres hikayesi çıkıyor. En adi şeklini izlediğimiz hikayenin farklı bir versiyonu izliyoruz; diyoruz ki ‘hmm zamanında kötü şekilde kapatılan o adi hikayeye ve hatalarından ders alıp almadığını bilmediğimiz Ferit’e bir atıf olacak galiba’ ama olmuyor. Ucuz bir drama sürdürülüyor bu sefer diyoruz ki ‘Ferit’in hayatı boyunca ailesindeki ahlaksızlıklarına ışık tutacak, geçmişi aydınlatacak, İfakat, Orhan ve Gülgün üçlüsüne dair bir şeyler ortaya çıkacak.’ ama hayır, bu da olmuyor. Günlük dizi dramasına devam ediliyor…
En son bıraktığımızda ‘hayatında ilk defa görünmezlikten sıyrılmış Orhan’ı anlatır ya’ diyoruz ya da ‘İfakat’in aşk ve güç arasındaki dokusunu kazandırır.’ diyoruz ama asla bunlar da anlatılmıyor.
Bunu geçiyoruz bu sefer bizi yılların aşkının yeni kavuşmuş HatHal aksı karşılıyor. Diyoruz ki ‘bu aks SeyFer hakkında zamanında bunca çıkarım yapmamızı sağlamışken, şimdi Halis’in olmayışı ve başına gelenler bize bir şeyler anlatacak’ ama yok Halis’in lafı neredeyse geçmiyor bile. Evde Halis yok ve o güç temasını ele alan Hattuç ve İfakat’in buna karşı entrikası bile işlenmiyor…
Yalıdan çıkıyoruz Esme ve Kazım aksına geliyoruz. Anadolu’nun kadını Esme, birçok insanın sessiz feryadı Esme, Kazım’ın elinden kurtulmuş ama vurucu tek bir yüzleşme yok, ‘oh’ diyebileceğimiz gururlanacağımız tek bir şey olmamış.
Koskoca 2 bölüm, koskoca 5 saat!
Bize ne anlatmış, anlayan var mı o zaman? Beklediğimiz hiçbir şeyin cevabı yokken biz nasıl benimseyip izlemeye devam edelim? Sizin karakterlerinizin olmayan motivasyonları gibi motivesiz bir işi biz neden izleyelim? Ne vadediyor şu an bu iş bana?
Göz atmanızı öneririz: Yalı Çapkını Bölüm Yorumları