Metruk adam – eski ismi ile Tamir Adam’ı ilk duyduğumda koyu bir Yalı Çapkını izleyicisi olarak, oyun gücünü, yeteneğini bildiğim Mert Ramazan Demir’i Çağrı Vila Lostuvalı’nın rejisinde izlemek büyük bir heyecandı benim için. Konu dijital platformda görmeye alıştığımız sabun köpüğü projelerden değil, dram… Üstelik Deniz Madanoğlu sevdiğim kalemlerden. Mert Ramazan’a başrolde eşlik eden çocuk oyuncu Ada Erma’yı Klüp’ten biliyorum, yolu açık; yan rolde Ercan Kesal konu dram ise en sevdiğim ‘baba’ karakterlerden… Rejide Lostuvalı’nın kurduğu dünyaya ek görüntü de fotodirektör’e emanet olunca proje benim için maça 5-0 önde başladı.
Mert Ramazan Demir’in Çağrı Vila Lostuvalı’nın imzası zorlu tek plan sahnelerinin üstesinden geleceğine inandığım için ‘inşallah vardır’ diye ekran karşısına geçtim. (spoiler: Yoktu, üzdü!)
İlk izlenimim olarak, Metruk Adam, ailesi tarafından harcanmış, adaletsizlikle harmanlanmış bir genç adamın hayatının içsel yolculuğunu anlatıyor. Hafızalarımızda yer eden Kuzey sahnesine benzer bir güçlü bir sahne ile başlıyor ama bu büyük dram sade bir şekilde devam ediyor. Baran’ın hikayesinde yalnızca bir karakterin değil, bir sistemin, bir toplumun ve kandırılmış dolayısı ile sessizleştirilmiş insanların portresini izliyoruz.
Mert Ramazan Demir’in canlandırdığı Baran karakteri, daha çocukken, ailesi tarafından mühendis adayı abisinin işlediği bir suçun bedelini ödemeye zorlanıyor. Alışık olmadığı sistem içinde adaletin peşinde bu bedel süresi daha da uzuyor, tam 15 yıl… Anlıyoruz ki ne bir itiraz ne de bir isyan… Hapisten çıktığında onu bekleyen huzur dolu bir ortam da yok: Bir ev yok, bir iş yok, sırtını yaslayabileceği, güveneceği bir insan yok… Ama hayalleri var.
Tarafsız davranamayacağım belki ama, bana göre filmde en çok öne çıkan unsur, Mert Ramazan Demir’in performansı. Sadece diyaloğa değil – ki replikler çok daha başarılı olabilirdi; bakışlara, duruşlara ve hatta nefeslere dayanması. Baran’ın içindeki çatışma, terk edilmişlik hissi ve suskun öfkesi; oyuncunun fiziksel diliyle izleyiciye kesinlikle çok iyi geçiyor. Bravo Merdoo… Sosyal medyada rastladığım “Mert rol yapmıyor, karakteri yaşıyor” yorumuna hak vermemek mümkün değil.
İki koca sezon, haftanın 5-6 günü çekim ile bir karakteri canlandıran Mert’in; Baran’a tek bir Ferit Korhan kırıntısı eklememesini alkışlamak lazım. İlk kez net bir şekilde “oyuncunun sessiz performansını” izleyebildik. (Ne diyoruz: yönetmen her şeydir! ) Yazdığımın tam tersini Baran’dan Ferit’e taşıdığı sessiz performans ise (3.sezon dış-bahçe, ‘Seyran dönmüş’ sahnesi sezonun en güzel sahnelerinden biri değil miydi? Sadece bir hikâye anlatmayan, aynı zamanda oyuncuya alan açan, karakteri derinleştiren sahneler yaratan yönetmenlerin farkı izleyiciye nasıl da geçiyor değil mi?
İşte tam da bu nedenle Metruk Adam, yalnızca güçlü oyunculuklarla değil, aynı zamanda yönetmen Çağrı Vila Lostuvalı’nın sade ama derinlikli yaklaşımıyla da dikkat çekiyor bence. Filmde repliklerden çok bakışların, mimiklerin, sessizliklerin konuştuğu bir anlatıma onlarca örnek verebilirim. Bence bu oyuncudan çok yönetmenin tercih ettiği bir anlatım dili. Oyuncunun da yönetmenin kurmak istediği dili sahiplenmesi sayesinde duygu seyirciye doğal bir şekilde geçebiliyor. Ben amca-yeğen sahnelerinde Baran ile Lidya arasında söylenmeyenlerin bile kamera taşındığını hissettim. Ya siz? Bu nedenle yönetmene konuyu fazla dramatize etmeden, izleyiciye duygu aktarımında ustalıkla kurduğu denge ve Baran’ın içsel sessizliğinin perdeye başarıyla yansıttığı için özel bir tebrik göndermek istiyorum.
Baran ve Lidya’nın ilişkisi ilerledikçe anlıyoruz ki film yalnızca bir adamın yaşadıklarıyla değil, bir sistemin nasıl çalışmadığıyla da ilgileniyor. Baran’a küçük yaşta yüklenen suç ve ardından gelen yalnızlık, sadece bir bireyin değil, toplumsal yapıların, aile kurumunun ve devletin ihmallerinin sonucu. Film, sistemin koruması gerekenleri nasıl savunmasız bıraktığını sert ama abartısız bir dille aktarıyor. Baran’ın “5 param yok, 5 para etmez herifin tekiyim zaten” dediği ortamda yeğeni Lidya’yı devlete teslim edememesi de bununla doğrudan ilgili. Çünkü artık sistemin iç yüzünü biliyor ve ona güvenmiyor. Bu tercih, karakterin sessizliğinden doğan vicdanı çok güçlü bir şekilde temsil ediyor.
Baran Esat dostluğunun temelinde kırmızı çizgim Suskunlar’dan ilham alınması içimi acıttı. Abisinden görmediği kardeşliği Esat ile kurmuş. Rahimcan Kapkap ile ilk kez kesişti ekran yolculuğumuz, kendisinden razıyım, yolu açık olsun…
Tebrikler bitti. Biraz da gözüme takılanlar… Baran, terk edilmiş olmanın yükünü taşırken, yeğeni Lidya’ya aynı şeyi yaşatmamak için elinden geleni yapıyor. Bu çatışma, filmin duygusal merkezini oluşturmuş ama bu güçlü merkeze rağmen dram ögeleri derinlemesine işlenmemiş. Metruk Adam’ın hikayesini etkileyici bulmayan yoktur. Fakat bu derinlik biraz harcanmış. Sıklıkla rastladığım “Bu bir film değil, sanki özet.” eleştirisine kesinlikle katılıyorum. Olaylar çok hızlı ilerliyor. Sahne geçişleri parçalı, bazı karakter dönüşümleri (özellikle merakla beklediğim Ercan Kesal’ın canlandığı ustadaki dönüşüm gibi) inandırıcılıktan uzak. Lidya ile Baran’ın sevgi bağı etkileyici ama daha fazla zaman verilseydi duygusal gelişimleri daha güçlü temellendirilebilirdi.
Metruk Adam, eksikliklerine rağmen izleyicide derin izler bırakan, duygusunu geçiren ve düşünmeye sevk eden bir film idi. İzledim ve pişman oldum diyemem ama beklentim çok daha büyük olduğu için hayal kırıklığına uğradım doğrusu. Belki film süresi biraz daha uzun olsaydı, belki kurgu daha kısa bir zaman dilimi üzerine kurulsaydı anlatılmak istenen daha derin anlatabilirdi.
Tek cümle ile özetlemem gerekirse; sade dili, oyunculuk başarısı ve sistem eleştirisiyle özgün işlerden biri olan Metruk Adam’da kurulan terk edilmişliğin ortasında yeşeren “bağ kurma” teması yalın ve etkileyici ama bir o kadar da kopuk…