İzledim

TEŞKİLAT – Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe

Teşkilat ikinci haftada da zirvede. Haftalık reytingler ise Total: 7.15, AB: 7.95 ve  ABC1: 8.27 ile bir önceki hafta ile hemen hemen aynı. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

 

Başın Sağ Olsun: Vatan Sağ Olsun

 

Mavi Vatan gemisinde öldürülen Kemal’in yasının Zehra’da neden olduğu duygusal çöküntüyü görmenin yanı sıra masum mühendislerin öldürüldüğü saldırıya isyan eden Gürcan’ın tepkisini izlemek de hoşuma gitti. Çünkü Gürcan hariç ekibinin bütün üyeleri yer aldıkları operasyonlarda bu dünyadaki şeytanlar diyebileceğimiz kötü insanlarla yüz yüze gelmek zorunda kalmışlar. Dünyanın “karanlık ve kötücül güçlerini” onlarla tanışarak yenmeye çalışmışlar ama Gürcan bu ekibe sonradan ihtiyaçtan katıldığından ve bütün dünyası başına geçtiği ekranı olduğu için hala düşmanının vicdanını sorgulamasına neden olan saf ve temiz kalmış bi yönü var. Bu durum Teşkilat içinde eğitim almamış biri olarak mevzu bahis tepkileri olduğunda televizyonunun başındaki izleyicilerle daha fazla ortak noktası olduğu ve izleyicilerin vereceği türden tepkiler vererek ekibe daha insani bir yön kattığı anlamına geliyor.

Geçen hafta Türkiye’ye yaptığı Ortadoğu ülkesi yakıştırmasından sonra bu hafta da bizim için üçüncü dünya ülkesi diyen Roza hakkında söylenebilecek çok şey var aslında ama hepimiz bu dünyayı kirletenlerin birinci dünya ülkesi olmakla övünen o ülkeler olduğunu iyi biliyor. Britanya’nın çok uluslu petrol şirketi olan BP’nin 2010 yılında Meksika körfezinde neden olduğu Deepwater Horizon petrol sızıntısı haberi hala aklımda. Yaşanan bu sızıntı onları üçüncü dünya ülkesi yapmış mı acaba yoksa bu üçüncü dünya ülkesi olmak sadece bize mi özgü merak ediyorum.

Türkler de “elçiye zeval olmaz” diye bir söz vardır. Başkasına ait sözü taşıyan insana o sözü gitmesi gereken yere ulaştırdı diye kızmamak ve bir başkasının söylediği sözden onu sorumlu tutmamak anlamlarına gelir. Ama mevzu bahis sevdiğin ya da değer verdiğin birinin acı haberi olduğunda bir çoğumuz bunu sahibine ulaştırmaktan çekiniriz. Çünkü haberini ulaştırdığımız insanın ölümünden sorumlu olmadığımız halde bundan sonra bizi her gördüğünde aldığı o kara haberle ilişkilendireceğini biliriz. Bu yüzden ekipten hiç kimsenin Zehra’ya eski kocasının Mavi Vatan gemisinde ölü bulunduğunu söyleyememesini çok insani buldum. Hem bi insana çocuğunu emanet ettiği babasının öldürüldüğünü kızının yetim kaldığı nasıl söylenebilir ki. Bunu söylemek için acaba doğru bir cümle var mıdır? 

Karargâh ekibindeki arkadaşları doğru kelimeleri bulup ona sondaj gemisinde gerçekleştirilen saldırıda Kemal’in de öldüğünü söyleyecek cesareti bulamadılar ama sessiz kalışlarından ve onunla göz teması kuramamalarından özellikle de Halit Başkan’ın onunla özel olarak konuşmak istemesinden kendisine söylemekte zorlandıkları gerçeği onlar söylemeden anladı. Sonuçta eski eşi ama insan düşünmeden edemiyor. Bir zamanlar bütün bir ömrü birlikte geçirmeyi planladığın, karnında çocuğunu taşıdığın ve bu ortak çocuk sayesinde bir ömür bağlandığın insan ölmüş. Üstelik eceliyle değil; hain bir terör saldırısında. Bu öyle bir ölüm ki çocuğunun kalbinde açacağı yara bir ömür asla iyileşmeyecek. Kaldı ki Zehra ülkesi için ölmeden ölmeyi göze alırken kızı Yağmur’un babasının yanında güvende olacağını, sevileceğini ve şefkat göreceğini biliyordu. Çünkü Kemal hakkını teslim edeyim çok iyi bir babaydı.

 

 

Deniz Baysal’ı performansı için bir kez daha tebrik etmek istiyorum. Çünkü hiçbir şeyden haberi yokken ki halinden Kemal’e bir şey olmuş olabileceğini anlayan ruh haline geçişte mükemmel bir oyunculuk performansı çıkardı. Hele de “Kemal’e bir şey mi oldu?” dediği anda sesinde hissettiğim titreme, kimse konuşmadıkça yüzünde artan o endişe ve Halit Başkan onu odasına çağırdığında kaçınılmaza bi sona yaklaştığını anladığındaki yutkunması mükemmeldi ki o odaya gittiği anda Başkan’ın kendisine ne söyleyeceğini anlayan Zehra belki üstünün yanında duygularını belli etmedi sadece “Vatan sağ olsun” dedi ama ben saha durdurulamaz bu savaşçı kadının gözlerimin önünde bi çocuk kadar mahzunlaştığını seyrettim. Deniz’in oyunculuğunu eleştirenler bence neyden bahsettiklerini bilmiyorlar.

Bu bölümde #ZehSer çiftiyle ya da yapılan operasyonlarla ilgisi olmadığı halde çok hoşuma giden sahnelerden biri de Halit Başkan’ın MİT’e görevli ajanlara neden çalışan değil de “mensup” denildiğine dair yapmış olduğu ayrımdı. Teşkilat yapılanmasının terörist hücrelerden hiçbir farkı olmadığını iddia eden kötü adamımız Yıldırım’a inat onların bir aile olduklarına dair yapılan açıklama bölümün hem en sevdiğim diyaloglarından biriydi hem de düzenledikleri operasyonlar sırasında canını birbirine emanet bu karargâh ekibinin geçen hafta Zehra’nın da ifade ettiği gibi neden bir aile olduklarını açık ve seçik bir şekilde kanıtlayan en büyük ayrıntıydı. Tam da bu yüzden bizim Türk İstihbaratı arkasında kimseyi bırakmadan cesur adımlar atarken terörist hücrelere üye olan teröristler mevzu can olunca hiç düşünmeden birbirlerini ölüme terk edip kendi canlarını kurtarmak için en adi eylemleri bile gerçekleştiriyorlar.

 

“Biz neden Teşkilat çalışanı değil de mensubu deriz? Bunu hiç düşündün mü?

Bir şirket ya da kurum olduğumuz için değil; aile olduğumuz için.

Doğru, aile olduğumuz için. Annemizden, babamızdan, eşimizden birbirimize daha çok güvendiğimiz için.” 

 

Hayatını Vatan-Devlet-Millet üçlüsüne adamışsan ve şanlı Türk Bayrağı göklerde dalgalanmaya devam etsin diye tüm hayatından hatta ailenden ve çocuğundan bile vazgeçmiş ölmeden toprağa girmiş bir ajansan yas tutmaya bile vaktin yoktur. Doğrusu akademide yas tutmaya bile hakkın olmadığı öğretilir. Ancak bunu acımasızlık zannetmeyin. Koca bir “Vatan-Devlet-Millet” mirasının kaderi sizin ellerinizde olduğu için insani hata payını ortadan kaldırıp hata yapmanızı yani duygusal hatalar yapmanızı önlemek içindir bu. Size duygularınızı kontrol altında tutmanız öğretilir de ne zaman insan olmanıza izin verileceği ya da özel hayatınızda insan olmaya hakkınız olduğu hatırlatılmaz. Ki o zamanda duygularını kontrol altında tutmak dediğiniz şu şey hayatınızın bütün alanlara sirayet etmeye başlar ve kısa bir zaman sonra da tüm benliğini ele geçirir. Güçlü görünmek için duygularımı kontrol altına almalıyım diyerek başladığın yolculuk Zehra gibi insanlar içinde ayıplanırım diye ağlamaktan utanmaya dönüşüverir.

Zehra’nın Kemal’in ölüm haberini aldıktan sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi kahve içmesi de bu yüzden. Bizim gibi insanlar sanki tüm dünya ağlamamızı ya da mutsuz olmamızı bekliyormuş gibi hiç kimseye insan olduğumuzu göstermemek için duygularımızı topluluk içinde göstermez kimsenin önünde ağlamayız. Ruhumuzdaki tüm yaraları saklayabilmek için güçlüymüşüz gibi davranırken kendi kendimize düşman kesilir. İnsan olduğumuzu unuturuz.

Bu senarist grubu özellikle bu sezon Teşkilat ekibinin insani yönünü ortaya çıkarmaya kararlı gibi görünüyor.

 

Ceren’in Sorgusu

 

İtiraf edeyim Zehra’nın Kemal’in ölüm haberiyle yaşadığı yoğun duygusal anlardan sonra biraz ara verdiğini ya da dinlendiğini görmeyi hemencecik sorguya giriştiğini görmeye tercih ederdim ki birçok Teşkilat izleyicisi de aksiyon sahneleriyle duygusal sahneler arasındaki geçişlerin seyircinin anı sindirmesine bile izin vermeden çok sert şekilde gerçekleştiğinden şikâyet etmişler ama Zehra’nın ne dediğini unutmayalım: Ölülerin duyguları olmaz. Kemal’in ölü olmasının kesinliğini değiştirmek için yapabileceği hiçbir şey yok ama Kemal gibi sondaj gemisine yapılan saldırıda hayatını kaybetmiş insanlar için bu eylemin faillerini bulup Türk adaletine teslim ederek hak ettikleri cezayı almaları konusunda yapabilecek çok şey var. Bu yüzden Kemal’in yasını tutarken hissettiği duyguları adaleti sağlamak için en iyi bildiği işe kanalize etmesini ve yakınlarını kaybeden aileler için Ceren’i sorguya çekmesini hiç yadırgamadım. Başkan’ın da belirttiği için bu ülkenin ve milletin geleceğini korumaya çalışmaktan daha iyi bir motivasyon yoktur.

Ceren ve Zehra. İkisi de onları tanıdığım ilk bölümden beri aynı madalyonun iki yüzü. İkisi de zeki, yetenekli ve işinde çok başarılı güçlü birer ajan. Aralarındaki tek fark Ceren’in tüm bu faaliyetleri içinde yetiştiği dünyada hayatta kalabilmek için yapmış olması ve kendinden başka kimseye bir sadakatinin olmaması. Halbuki onun aynadaki ters görüntüsü olan Zehra her eylemini Vatan-Devlet-Millet misyonu için yapıyor ve içinde yaşadığı Türkiye Cumhuriyeti devletine sonuna kadar hatta ailesine olduğundan çok daha fazla sadık. Bu yüzden bu iki farklı kadını sorgu odası mizanseninde baş başa görmek kontrastları ve paralellikleri izlemeyi seven kalbimi tam on ikiden fethetti.

Bir karşı istihbarat ajanı olarak Ceren’in varlığını öğrendiğinden ve bir Teşkilat mensubu olan Serdar’ı elemanlama girişiminden haberdar olduğundan beri Serdar’ın onunla evcilik oynamasından rahatsız olan Zehra’nın nihayet onu sorguya çekme fırsatı bulduğunu izlemek hikâye örgüsü açısından düşünüldüğünde çok zevkliydi. Tabi bu sorgu sahnesinin gerginliğini artıran Teşkilat mensubu/karşı istihbarat ajanı dinamiğinin ötesinde başka birtakım faktörler de vardı. Örneğin Zehra’nın kimliğini öğrenebilmek için Ceren’in Yağmur’un peşine düşmek gibi bi hadsizlik yapmış olması ve söz konusu Serdar olduğunda Zehra’nın asla itiraf etmeyeceği ama bizim bildiğimiz kıskançlığı. #ZehSer

“Burada geçirdiğin süre boyunca neye güvenip güvenmeyeceğini anlayamayacaksın. Sinirlerin harap olacak. Kimisi bir saatte çözülür, kimisi aylar alır. Kimisi direnir en zevklisi de onlardır, biliyor musun? Böyle hiç beklemediğin bir anda aniden ağlamaya başlayıp N’olur beni bırakın her şeyi anlatacağım. Söz veriyorum derler. Ben ne yaparım biliyor musun? Üzülürüm. Aradan geçen onca vakit kaybı. Çok üzülürüm. (…) Şimdi konuşalım sonra seni dinlemem. İlgimi çekmek için Chicago yangınını bile ben çıkardım dersin. Umurumda olmaz. Burada bana kaybettirdiğin her dakikayı hayatının sonuna dek hatırlamak istemeyeceğin haftalara dökersin.” 

 

 

Ceren’in taraf değiştirmediğini ve bunun bir oyun olduğunu hepimiz biliyoruz. Yılan derisini değiştirebilir de bir yılan olduğu gerçeğini asla değiştiremez. Bütün bunlar henüz göremediğimiz bir büyük resmin küçücük parçaları sadece ama gene de onu öldürmeye çalışan tetikçiyi evinin salonunda haklayıp sonra da onu küçük parçalara ayırıp bavula sıkıştıran bir kızın Türk İstihbaratı karşısında daha dik ve korkusuz olmasını beklerdim. Ben ileride Zehra ve Ceren arasında gerçekleşebilecek potansiyel bir yüzleşmenin hayalini kurarken aklımdan geçen bu değildi. Aksine daha aksiyonlu bir şey olur diye umuyordum ama bu sorgu daha çok Zehra’nın korku hükümdarlığında geçen psikolojik bir yüzleşme oldu. Üstelik onu korkutmak için Zehra’nın öyle pek bir şey yapmasına da gerek yoktu. Tek yapması gereken istediği suyu kendisine uzatmak oldu. Geri kalanını Ceren’in kendi hayal gücü ve paranoyası tamamladı. Ki Zehra’nın yapabileceği hiçbir işkence Ceren’in hayal edebildiklerinden daha korkunç değildi.

Ancak Zehra Ceren’i korkutmayı başarsa da konuşturmayı başaramadı. Ne yaparsa yapsın ne derse desin sadece Serdar’la konuşacağı hususunda ısrar etti ki Zehra’nın bunu bir meydan okuma olarak algıladığından ve kendisine zaafı olduğunu düşündüğü Serdar’ı çağırmasının arka planında onları oyuna getirme amacının olduğundan şüphe ettiğinden çok eminim. Zehra son bi buçuk ayda nerede olduğunu ve başına ne geldiğini bilmedikleri Serdar’ın çok fazla soru işaretiyle dolu olması nedeniyle Ceren’in bu talebine karşı çıkması çok normaldi. Bir de Ceren talebinde ısrar edip nereden aldığını bilmediğim bi cesaretle Zehra’ya kafa tutunca Kemal meselesi yüzünden tahriklere karşı aşırı duyarlı Zehra’nın üstüne saldıracağını düşündüm. Neyse ki Zehra soğukkanlılığını korumayı başarabilen biri. Eliyle onun suratını tutması, boynuna aniden dokunması ve tehditkâr cümlesiyle öfkeli Zehra detayını çok sevdim.

Ekibin bir masa etrafında toplanıp kafa kafaya vererek ülkemize düşman olan kurumlar tarafından çıkartılan siyasi krizleri çözmeye nereden başlayacakları hususunda fikir alışverişi yaptıkları ve birbirlerini bilgilendirdikleri bu küçük toplantı anları kolektif akıl sahneleri olması nedeniyle seviyorum. Bu seferde sondaj gemisindeki patlamanın neden olduğu çevre kirliliğinin kaza değil; sabotaj olduğunu kanıtlamak için saldırıyı düzenleyen Simon’u bulma girişiminin planlaması adına yapılan toplantı bölümün geri kalanında ekibin izleyeceği yol haritasını oluşturduğundan önemli. Üstelik ekibin bu seferki düşmanlarının eski bir Teşkilat mensubu olduğunu ve Halit Başkan’la bir geçmişi olduğunu öğrenmeleri şu an ve gelecekte düzenlenebilecek operasyonların geleceğini garantiye alma açısından da önemli. Söylemeden edemeyeceğim ah Ebru ah! Nerede bir tehlike varsa ateşe çekilen pervane gibi oradasın, doyamadın. Önce uçak kazası yüzünden başın Ceren’le belaya girdi şimdi de gidip direkt belanın kendisiyle röportaj yaptın… 

 

Serdar’ın Karargâha Dönüşü: Kendisine Güvenmeli Mi?

 

Sezonun ikinci bölümü olduğu halde Serdar’ı bölümün ilk 45 dakikasında hakkında konuşan doktorların durumunun iyi gittiğini söylemesi dışında görmediğimiz için isyan edecek birçok dizi takipçisi tanıyorum. Ama bunun daha uzun bir zaman boyunca izleyeceğimiz Teşkilat dizisinin bu sezondaki ikinci bölümü olduğunu unutmamak lazım. İleride kendisini uzun uzun izleyecek çok vaktimiz olacak. Ama bir buçuk aylık süreçte vücuduna sokulan kimyasallar ve yaşadığı kısa süreli geçici hafıza kaybını düşününce hiçbir şey olmamış gibi karargâha gitmesi inandırıcı olmazdı.

Kişiliğinin ve benliğinin bir parçası olan hafızası olmadan hastane yatağında yatan Serdar’ın kendi içinde yaşadığı kimlik bunalımını gözlerindeki umutsuzluktan ve suratındaki boş bakışlardan anlamak mümkün. Ama tüm bunlara rağmen Serdar’ın kalbinin hala bi Vatansever olduğunu görmek umut vericiydi. Uğruna kendi hayatından vazgeçtiği manevi değerleri hatırlayamadığı halde Mavi Vatan gemisinde meydana gelen patlamanın hafızasındaki bir şeyleri tetikleyebilecek kadar üstünde etki bırakması aslında onun içerlerde bir yerlerde hala tanıdığımız Serdar olduğunu kanıtlıyor. Sondaj gemisindeki patlama haberi sayesinde anımsadığı flashback sahnesinin de geçen sezonun açılış sahnesi olması benim bakış açıma göre çok anlamlıydı. Zira Serdar’ı şekillendiren ve bugünkü kimliğine şekil veren yegâne anısı ailesinin Almanya’da Neo-Naziler tarafından öldürülmesiydi. Üstelik bu anısı Serdar’ın Mete Başkan ve Türkiye Cumhuriyeti’yle tanışmasının en önemli tetikleyicisiydi ki Serdar bu yüzden İstihbarat Teşkilatına katıldı.

Serdar’ın geçen sezonun ilk bölümünde yer aldığı ilk operasyonun görüntülerini hatırlaması senaristlerin alttan alta Serdar’ın çok yakın bir zamanda eski günlerine döneceğine dair verdikleri bir mesaj mıydı yoksa sadece bir tesadüf müydü bilmiyorum ama Serdar’ın bir şeyler hatırlamaya başlamasına sevindim. Bir insan anıları olmadan bir mizacı oturtmayı başarabilse de kim olduğunu bilmesi ve kendine yabancılaşmaması için anılarına ihtiyacı var. Ancak tüm bu olumlu gelişmelere rağmen göz ardı edemeyeceğim öyle bir gerçek var ki Serdar ne zaman geçmişiyle ilgili çok önemli bir şey hatırlasa kendini karanlık bir yerde sedyeye bağlanmış ve kendine kimyasallar verilirken anımsıyor. Geçmişiyle ilgili geri gelen her anıda aniden bir florasan ışığı ve yaşamış olduğu terör anını hatırlamasına vücuduna verildiği tespit edilen elektriği de ekleyince Pavlov’un köpeği deneyindeki gibi olumsuz pekiştirme yöntemiyle sanki eski anılarının üzerine yenilerinin yazılmaya çalışıldığı ya da Serdar’ın programlandığını düşünmemek elde değil.

Geçmişiyle ilgili anılarıyla beynine kazınmak istenen terör arasında yaşadığı kimlik krizi ve şok dalgasını hastane koridorlarında paniklemiş şekilde koşarken şeytanlarıyla dövüşür gibi dövüştüğü İstihbarat ajanlarının üstünde çok net bir şekilde gösterdiğini düşünüyorum. Belli ki bir süre daha Serdar’ın hafıza kaybı nedeniyle yaşamakta olduğu kafa karışıklığını izleyeceğiz ama umut ediyorum ki bu kafa karışıklığı sadece kafa karışıklığıdır, daha fazlası değil. Zira Halit Başkan’ı ilk gördüğünde tanıyamaması hiç hayra alamet değil ama en azından Mete Başkan’ı hatırladı.

 

 

Karargâha giderken arabada Halit Başkan’la arasındaki diyalogların doğallığına ve sondaj gemisindeki patlamada ölenlerden birinin Zehra’nın eski kocası olduğunu öğrendiğinde özellikle de Zehra’nın eski bir eşi olmasına verdiği tepkiye doyamamışken -hatırlat da senden hoşlanayım, güzel kadınsın demişti- Serdar’ın karargâh ekibi tarafından güler yüzle karşılandığını görmek anın seyir keyfini artıran ayrıntılardan biriydi. Sadece Serdar ve Zehra’nın sorgu odasındaki Ceren’e bakarak ettikleri muhabbet ve ufak temas anı bölümün en güzel #ZehSer anlarından biriydi. Keşke senaristler de biraz daha özen gösterip ekran kimyası çok iyi olan bu iki karakteri daha sık yan yana getirse.

 

“Senin de başın sağ olsun. Eski eşin gemideymiş. İyi misin?

Nasıl olduğumu düşünecek vaktim olmadı.

Olsaydı ne yapardın?

Kızımın yanına giderdim. Ayaklarına kapanıp beni affetmesini isterdim.

Zehra, geçecek hepsi.

Ölünce geçecek.

Sen nasıl oldun?

Anteni bozuk tüplü televizyon gibiyim. Görüntü gidip geliyor.”

 

Bu sahne belki çok kısaydı ama #ZehSer severler için dikkatten kaçamayacak kadar önemli bir andı. Herkes baş sağlığı diledi ve ona nasıl olduğunu sordu ama Zehra yaşadığı duygu karmaşasını ilk kez tüm çıplaklığıyla Serdar’a anlattı. Üstelik ekip arkadaşlarının isimlerini doğru hatırlama konusunda hala kat etmesi gereken çok yolu varken Zehra’nın nasıl hissettiğini nezaketen değil; gerçekten merak ettiği için sorması ve bakışlarındaki şefkat duygusu aralarındaki bağın hafızalarının çok ötesinde bir bağ olduğunu kanıtlamaya yetiyordu. Sondaj gemisine düzenlenen saldırıyı durdurarak gemideki tüm mürettebat dahil olmak üzere Kemal’in hayatını kurtarma konusunda elini çabuk tutamadığı ve şu anda babası yeni ölmüş kızının yanında olamadığı için kendini suçlu hisseden Zehra’nın kızının ayaklarına kapanıp af dileme isteği beni yürekten etkiledi. Zehra bunu söylerken adeta ruhunu ortaya koyuyordu.  Zehra’nın suçluluk hissini dindirmek ve biraz olsun içini rahatlatmak için elini omuzuna attığı sahnede birbirlerinin gözlerinin içine baktıklarında aralarındaki elektriği ve kimya uyumu ekranımın başındaki ben bile hissettim.

İnsan sadece sevdiği ve içini rahatlatmak istediği insana böyle dokunur. Serdar farkında olmadan ilk teması kendi yapmış oldu. Hissettiği acıyı dindirmek için elinden hiçbir şey gelmeyeceğini bilmesine rağmen varlığıyla ona huzur vermek istercesine omuzuna attığı o el Zehra’yı etkilemiş olacak ki hem yüzündeki ifade hem de duruşu bir anda değişiverdi. Aralarında saniyelerle ölçülebilecek garip bir an yaşandı. Hemen sonrasında Zehra’nın da Serdar’a nasıl olduğunu sorması aslında aralarındaki iletişim çift yönlü olduğunu göstermesi açısından güzel bi örnekti. Ben Serdar’ın verdiği esprili cevabın hem kendisinden söz etmek istememesinden hem de ortamın bu kasvetli havasını dağıtmak istemesinden kaynaklandığını düşünüyorum ki durumunun hiç iyi olmadığını ilk itiraf edişi budur sanırım.

 

Karargâh Ekibi İpucu Peşinde

 

Yıldırım devletin mafyadan ya da herhangi bir terörist gruptan hiçbir farkı olmadığını iddia etmiş olsa da düzenlenen bu terör eylemlerinde parmağı olan herkesin Türk adaletinin karşısına çıkarılıp suçlu hükmünü alması için ellerinde doğruluğu inkâr edilemez kanıtlar olması şarttı. Normalde mevzu bahis kanıt olduğunda düzenli panoları ve büyük resmi görme konusundaki yeteneği dolayısıyla gözüm hep Uzay’ın o muhteşem zekasının üstünde olur ama konu teknoloji olduğunda Gürcan’ın neden karargâhta olmayı hak ettiğini kanıtlarcasına parladığı anlar da oluyor.

Demiştim ya karargâh ekibinin kafa kafaya verip kolektif akıl olduğu anları seviyorum diye sevmekte çok haksız da sayılmam. Gürcan mühendislerin sondaj gemisine çıkmasına neden olan veri hatasının kasten yapılmış olduğunu ve nerede yapılmış olduğunu çözerken kafeye ait kameralara bakarak aradıkları şahsın kim olduğunu tespit edenin de beden dili okuma konusunda Uzman Hakkı olması gerçekten çok güzeldi. Üstelik bunlar yetmezmiş gibi kamera kaydında yüzü pek seçilemeyen adamın kimliğini kafede öz çekim yapan müşterilerin telefonunu inceleyerek bulma fikriyle Uzay’ın da bir katkısı olmasına çok sevindim. Ekibin hiçbir üyesi atlanmadan ya da geri planda bırakılmadan cevapların birlikte bulunduğu ekip ortamını seviyorum. Geçen sezonun aksine üyelerin her birinin operasyonlarda aktif rol oynadıklarını ve grup dinamiklerinin organikliğini izlemekten çok memnunum.

 

twitter

Ekipte üzerlerine düşen görevi yerine getirme sırası Hulki ve Pınar’a geldiğinde adamı almak için adresine gittikleri vakit Pınar’ın Hulki’yi adamı canlı almaları gerektiği konusunda uyarması detayına bayıldım. Görür görmez aklıma geçen sezon Gürcan’ın arkadaşı hacker grubu evlerinde ziyaret ettiği zamanı hatırladım. Çocukları kaçıyorlar diye Osmanlı tokadıyla devirmişti. Ekibin birçok üyesi bu sezonda değişiyorken Hulki gibi bazı karakterlerin değişmeden kaldığını görmek de güzel. Gerçi Pınar’ın onu uyarmakta haklı olduğunu çok iyi biliyoruz çünkü kendisi bir Osmanlı tokadıyla terörist öldürmeyi başarabilmiş birisi. Serdar’la on üçüncü bölümde çıktığı operasyonu hatırlayın. Hakkını yemeyeyim bu defa hackeri öldürmeden yakalamayı başardı ama bu sefer de karargâha götürme konusunda şansı yaver gitmedi. Bu uyuyanlar hücresinin elemanları da sağ olsunlar, her yerdeler. Taksici kılığında kiralık katil nedir?

Karargâh ekibin her üyesini seviyorum ama Serdar ve Zehra’nın oluşturduğu #ZehSer çiftinden sonra en çok Uzay’ı ve onun parlak zekasını seviyorum sanırım. Belki de zekâ beni daima cezbettiği içindir bilemiyorum. Bunun dışında Pınar’ın ona göz kırpmasıyla şımaran Gürcan’ın sırıtması detayı da dikkatimden kaçmadı. Bakalım o hikâye de bu sezon hangi noktaya gidecek ve evirilecek ya da senaristlerimiz platonik kalmasına mı karar verecek?  

 

Serdar’a Güvenemeyiz

 

Serdar’ın gönül ilişkileri mevzu bahis olduğunda Zehra’yla çok umut vaat eden bir geleceği olduğu gibi Ceren’le de silemeyeceği bir geçmişi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zehra çok kısıtlı bir zaman diliminde onu konuşturmayı başaramayınca mecburen sorguyu Serdar’a devretmek zorunda kaldı. Ancak Serdar’a duyduğu yakınlığa rağmen ona güvenmediği için sorguyu camın arkasından izlemesi -bana biraz ilk sezondaki ilişkilerinin başına döndükleri hissini verse de- bana ilk sezonu anımsattığından bu sezonla ilki arasında kurulan paralelliği görmek hoşuma gitti. Ki Zehra bu konudaki çekincelerinde haksız da sayılmaz. Serdar’ın hafızası henüz tam yerinde değilken Ceren’in “kokundan tanıdım” gibi cümlelerle aklını karıştırmaya ve sorguyu manipüle etmeye çalıştığı her halinden belli.

Tüm bu manipülasyon çalışmalarına rağmen uzun zamandır ona ihanet ettiğini hatırlayan Serdar’ın tüm bildiklerini ortaya dökerek kartlarını açık oynaması ve geçen haftaki bölüme kıyasla takındığı tavrın Ceren’in aleyhine olması olumlu gelişmeler diye düşünüyorum. Ancak aklımdaki Serdar ve Ceren yüzleşmesi bu değildi. Evet, Serdar onunla oynadığını ve ona görev icabı tahammül ettiğini söylediğinde içimin yağları eridi ama hafızası yerinde olmadığı için gerekli duygu yoğunluğundan yoksun bir sahneydi. Sanki bütün bunlar bi başkasının başına gelmiş ve Serdar onun gıyabında Ceren’e hesap soruyormuş gibiydi. Üstelik ondan öğrenmeye çalıştığı birtakım bilgiler olduğu için bu bir hesap sorma ya da tam anlamıyla bir yüzleşme bile değildi. Gene de Serdar’ın boğazına düğümlenen kelimelerini Ceren’in yüzüne kusarak rahatlamasına sevindim. İnsanı söyledikleri değil; asıl söyleyemedikleri öldürüyor çünkü.

 

“Serdar’a güvenemeyiz. (…) Ceren’in kulağına bir şeyler söyledi.

Emin misin?

Tam değil. Söyledi gibi.

Zehra, emin misin? Gibi mi? Fazla paranoyak davranmaya başladın.

Fazla paranoyak davranmak zorundayım. Serdar’a ne yaptıklarını bilmiyoruz. Elemanlamış bile olabilirler.”  

 

Zehra’nın Ceren’e zerre güvenmediğini ve işinin herkesten şüphelenmek olduğunu biliyorum ama Kemal mevzusu yüzünden biraz da paranoyak olduğunu düşünüyorum. Sandığı kadar mantıklı düşünemiyor. Tamam Serdar’ın son bir buçuk ayda nerede olduğu ve başına ne geldiği belli değil ama Ceren’in dibine girerek söylediklerini duyamadı diye Serdar’ın şu anki sadakatinden şüphe etmesi biraz fazla. Ki Serdar’ın Ceren’e söylediği şeyin ne olduğunu biz izleyiciler gayet iyi biliyoruz. Serdar’ın kafası ne kadar karışık olursa olsun, sadakatinin nerede olduğu çok belli. İlk tanıştıkları zaman da Zehra Ceren tarafından manipüle edildiğini düşündüğü için Serdar’a güvenmiyordu. Şimdi de kayıp olduğu bi buçuk ayda ona ne yapıldığı sorusunun cevabını bilmediği için ondan şüphe etmesi de normal. Kİ Halit Başkan’ın önünde fikir ayrılığına düşmeleri tipik Zehra ve Serdar çatışmalarından biri sadece. Serdar geçen hafta aralarındaki çatışmaların birbirlerinden hoşlanmalarından kaynaklandığını söylememiş miydi, katılıyorum.

İlk etapta sadece Ceren’in söylediklerine güvenerek bu operasyonla ilgisi olduğunu düşündüğü “elmas ödemesini” Kıbrıs’a götürme fikri çok mantıksızdı. Ceren’in onları bi tuzağa çekebileceği konusunda Zehra’yla aynı fikirdeyim. Ceren ben meleğim dese bu saatten sonra ağzından çıkan hiçbir söze inanmam ama onun verdiği istihbarat hacker verdiği istihbaratla ilişkili olunca ister istemez sondaj gemisine yapılan saldırının faillerini bulmak için Kıbrıs’a doğru yola çıktılar. Ancak elmasları bizzat teslim etmesi gerektiği için Ceren’i yanlarına alma fikri bana da sakıncalı geldi. Tamam, tek başına bir ajana göre sayıca üstündüler ama bu kızın onları tam olarak neyin içine götürdüğüne dair ellerinde en ufak bir istihbarat bile yok. Yol uzun ve daha bunun gibi hesaplanması mümkün olmayan birçok olasılık söz konusu. En iyi ihtimalle faillere ulaşırlar ve her şey yolunda gider. En kötü ihtimalle ise bir tuzağın içine çekilirler ve failleri bulamadan şehit olurlar. Ki düşününce düzenledikleri her operasyonda böyle bir risk söz konusu. 

Serdar devamlı hayatıyla ilgili bölük pörçük anıları hatırlarken her seferinde kendisini o karanlık yerde bir masaya bağlanmış ve vücuduna kimyasallar veriliyormuş şekilde anımsaması çok yakın bir zamanda Serdar’ı yıpratır diye düşünüyorum. Şimdilik bir denge kurma konusunda elinden geleni yapıyor ama hatırladığı anıların acı geçmişi ve yaşadığı ihanetlerle ilişkili olması yeterli bir travma değilmiş gibi bir de kendini devamlı olarak alı konulduğu haliyle görmesi ileride aceleci davranmasına, öfke nöbetlerine, duygu kontrol sorunlarına ve ruhsal çöküşe neden olacak diye korkuyorum. Böyle bir durumda da muhakeme yeteneği etkilenmiş biri olarak doğru kararlar alamayabilir. Açık bir şekilde hafıza kaybına bağlı olarak TSSB yaşadığını söylemek yanlış olmaz. Şimdilik öfkesini operasyonda ona ihanet ettiği taktirde onu öldürmek için eline geçen fırsatı kaçırmayacağını söylediği Ceren’e doğrultmuş ama ileride neler olacağını ya da sıranın kime geleceğini kimse tahmin edemez. O yüzden bu Serdar olayı beni çok geriyor.

 

Operasyon Öncesi Duygu Muhasebesi 

 

Operasyon öncesi ekibin yanlarına Ceren’i alarak kimliklerinin deşifre olabileceğinden yana endişeli olmaları gayet anlaşılabilir bir durumdu. Çünkü onların mensubu oldukları Teşkilat’ta hayatta kalmalarını sağlayan yegâne özellik anonim olmaları yani kimliklerinin ve yüzlerinin bu devlete düşman olanlar tarafından bilinmiyor olması. Ama Ceren olur da yüzlerini görür ve onları uçak kazasında ölen yolcuların listesiyle ilişkilendirebilirse Şirket’e döndüğünde bu bilgiyi kullanarak aktif operasyonlarda yer almalarını engelleyebilir. Daha da kötüsü yakalanıp öldürülebilirler. Yani Ceren’i yanlarında götürme konusunda operasyondan önce endişelenmeleri gayet insani bi durum. Ancak Güney Kıbrıs operasyonunun ucunda Mavi Vatan sondaj gemisini patlatarak mürettebatın ölmesine neden olan ve denize petrol dökerek bu çevre felaketinin suçunu Türkiye’ye atan adamı yakalayarak suçsuzluğumuzu kanıtlamak var.

Serdar ne derse desin normalde soğukkanlı görmeye alışkın olduğum Zehra’nın içinde bulunduğu ruhsal durum etraflıca bir düşünüldüğünde biraz duygusal olmaya hakkı var. Çünkü Zehra bu görevi kabul ederken kızını gönül rahatlığıyla babasına teslim etmişti. Şimdi ise kızın babası öldü. Şu anda kızın nerede ve ne durumda olduğundan en önemlisi de ne hissettiğinden haberi bile yok. Bu operasyonda yakalanacak olan adam eski kocasının katili. Bu durumdayken meseleyi kişisel algılamasaydı Zehra’nın insan olduğundan şüphe ederdim. Duygularını kontrol etme becerisi de bir yere kadar. Bunlar İstihbarat Teşkilatı mensubu insanlar ama nihayetinde de insanlar.  

Bu sezon bir önceki sezona göre daha insani bir karargâh ekibi izleyeceğimizi daha önce de ifade etmiştim. Güney Kıbrıs operasyonundan hemen bir önceki gece hepsinin aklında bu görev için arkada bırakmak zorunda kaldıkları sevdiklerinin olması dizide hem karakterlerin duygusal sahnelerine tanık olmamıza hem de karakterlerin altının iyi doldurulmuş olduğu bi gerçeklik duygusunun hikâye akışına katılmasına ön ayak oldu. Başka bir deyişle İstihbarat mensubu oldukları için duygusuz robotlarmış gibi davranmaları beklenen tek boyutlu bir karakter olmaktan çıktılar. Devamlı göz yaşlarına boğulsunlar demiyorum ama insan oldukları da unutulsun istemiyorum. Mesela Zehra-Pınar sahnesi anlatmak istediğim karakterlerin insani boyutunun en iyi örneği. En son ne zaman böyle dertleşmişlerdi?

Almanya’daki göreve gittiklerinde dazlakların mekanına operasyon düzenlemeden önce kısa bir süreliğine konuşup dertleştiklerini hayal meyal hatırlıyorum da bu sahne sanki onun paraleli gibi olmuş. Pınar o zamanlar kızı Yağmur’u nasıl bırakıp bu görevi kabul ettiğini anlayamamıştı ama ben çok net anlamıştım. Dünyayı Yağmur ve diğerleri için daha yaşanılır bir yer yapmak için almıştı bu görevi. Bunu yaparak kızının geleceğini koruyabileceğini düşünmüştü. Şimdi Pınar onu anlayabilmeye başladı ama Zehra bu düşünceye olan inancını kaybetti. Kızının bir şimdisi yokken geleceği nasıl olabilirdi ki? İnsan ebeveynleri öldüğünde büyürmüş ya kızının çocukluğu elinden alınmasın istedi.  Bütün bu düşünceler ve kızına duyduğu özlemle boğulurken Pınar’a sarılıp ağlayarak rahatlamasına sevindim ama keşke kollarında ağladığı kişi Serdar olsaydı diye düşünmeden de edemedim. Ne yapayım #ZehSer sevdalısıyım.

“Kızımın içinde bulunduğu bu durum beni zor bir karar vermeye mecbur bırakıyor. (…) Kızımı hem annesiz hem babasız bırakabileceğimi sanmıyorum. Bu benim görevimi de layığıyla yerine getirmeme mâni olacak. Son karar elbette sizin ama ne olur istemeden de olsa bu kutsal vazifeden affımı kabul edin.”  

Karargâh ekibinin çocuklarını nasıl arkalarında bırakmak zorunda kaldıklarını görünce aklıma “Hayattaki en büyük amacı insanlara yardım etmek olan kahramanların çocukları daima ikinci planda kalmaya mahkumdurlar” diye bir söz geldi. Kahramanlarımızın gücü tüm dünyayı kurtarmaya yeter de kendi çocuklarının parmağına batan dikene engel olamazlar. Çünkü gözleri hep dışarıda kurtaracak birini aramaya alışmıştır. Çocukları da ellerindekiyle idare etmek zorunda kalırlar. Ama Yağmur artık elindekiyle idare edebilecek durumu çoktan geçmişti. Kızının ölmediğini bilmesi bir yana eğer ortaya çıkmazsa en zor gününde annesinin onu yüz üstü bıraktığını düşünerek büyümesine izin veremezdi. Bu nedenden ötürü görevinden ayrılmak istemesini ihanet olarak değil; ebeveynlik olarak gördüm.

 

Operasyon: Güney Kıbrıs

 

Ekibin Güney Kıbrıs’a gitmesine neden olan operasyonunun işleyişinden biraz bahsedelim deyince sakın gözünüz korkmasın. Geçen sezonki yorumlarımda olduğu gibi an an neler yaşandığını anlatacak değilim. Sadece dikkatimi çeken detaylardan söz etmek istiyorum. Evli bir çift olarak Güney Kıbrıs kesimine ayak basmadan önce havalimanı pasaport gişesindeki hallerini gören Pınar’ın “gören liseli aşık zanneder bunları” sözüne Zehra’nın verdiği tepkiden söz etmek istiyorum mesela. Ceren’e güvenmediğini her fırsatta dile getiriyor ama onu sevmesinin arka planındaki tüm nedenlerin profesyonelce olduğunu zannetmiyorum. Hele de Serdar ile oynadığı evcilik oyunundan hem yakın temas halinde oldukları için hem de Serdar’ı etkisi altına alabileceğini düşündüğü için rahatsız olduğundan eminim.

Daha önce hiç başka bir ülkeye gitmemiş biri olarak pasaport kontrol noktasında o kadar soru sorulup sorulmaması normal mi yoksa sahnenin gerilimini arttırmak için mi yapılmış yorum yapamıyorum ama ben adamdan feci rahatsız oldum, onu söylemeliyim. Serdar’ı iki eliyle boğazına yapışıp öldürmek istediği bir insanla el ele tutuşup yeni evli bir çiftmiş gibi rol yapmaya dayanabildiği için tebrik ediyorum. Oyunculuğun böylesine ödül verilmeli. Sevmediğin bir insana hatta nefret ettiğin bir insana tahammül etmenin nasıl bir şey olduğunu ilk elden deneyimlemiş biri olarak yaptığı şeyin hiç de kolay olmadığını söylemeliyim. Böylesi bir dayanıklılık için tüm enerjisini buna odaklıyor olmalı.

Zehra’nın istifa mektubunun yankısı Halit Başkan’ın odasından dışarı çıkmazken sahada son görevine çıkmış olan Zehra belki de bu son görevi olduğu için bu kadar gergindi. Mevzu bahis Ceren olduğunda her zamankinden daha temkinli daha paranoyak ve daha gergindi. Bu gerginliğinin altında yatan asıl nedenin kızını bu dünyada yapayalnız bırakmak istemediği için son görevinden canlı çıkmak istemesi mi yoksa Ceren’in onlara ihanet edecek olduğundan adı gibi emin olması mı olduğuna karar veremedim ama yakalayacakları adamın ilk elden Kemal’in katili olmasının bu gerginliğinde büyük bir payı olduğuna eminim. Yol boyunca sessizliği ve inatçılığı da bundan kaynaklanıyordu.

Belki Serdar’ın Ceren’e göz açtırmadığını ve her fırsatta onu öldürmekle tehdit ettiğini bilse içi daha rahat olurdu. Serdar da sağ olsun geçen sezon içinde tutmak zorunda kaldıklarını bulduğu ilk fırsatta boşaltmak istercesine her fırsatta Ceren’i öldürmekle tehdit ediyor. Bi bölümde kızı kaç kere tehdit etti sayamadım ama söylerken çok ciddiydi bunu o kadar sık dile getirdi ki ben bir ara Ceren’i kaşını bile kaldırsa öldürmenin fantezisi kuruyor diye düşündüm. Yalnız adamlar otele teşkilatı iyi kurmuşlar. Otel resepsiyonistine oda tutma bahanesiyle kimlik doğrulatma müthiş.

Bir ara Ceren ve Serdar’ı gözden kaçırır gibi oldular ama Serdar’ın araba camını açarak attığı cool bakış sağ olsun hemen peşlerine düştüler. Ancak “kuş uçmaz kervan geçmez” bir yerde arabayı nasıl gözden kaçırdılar anlamadım ki koca MİT mensupları bir arabayı da takip etmeyi başaramayacaksalar neyi başaracaklar. Hikâye heyecanlı olsun bu defa da Gürcan yeteneklerini konuştursun diye bu tür sahneler yazmaya gerek var mı gerçekten. Bunun yerine daha yaratıcı ve daha çatışmalı sahneler yazılarak istenen aksiyon etkisi yaratılabilirdi aslında. Daha da iyi olurdu.

 

 

Sondaj gemisinde ölen insanların arkasından güldüğünü görünce bir an Serdar kendini kaybedip ona dokunan eli kırmakla başlayarak ağzını burnunu dağıtacağını düşündüm ama neyse ki kendini düşündüğümden daha da çabuk bir şekilde kontrol altına almayı başardı. Onun hafızası tam değilken bile masum insanların öldürülmesinden dolayı öfkeli olduğunu görmek içinde hala eski Serdar’ın izlerini taşıdığını bilmek açısından güzeldi. Simon’u ele geçirmek için dövüştükleri sahnede ilk sezona göre dövüş tekniklerinin daha iyi olduğunu görmek güzeldi ama kameranın çekim açısının sürekli sallanması dikkat dağıtıcı ve tatsız bir durumdu. Bilerek yapılmamışsa çok amatörce. Kasıtlı yapılmışsa akıllarından ne geçiyordu bilmiyorum. Umarım bir daha yapmazlar. Bu tür şeylere dikkat etmek lazım.

Bunun bir dizi olduğunu biliyorum ama insan bazen izlerken etkilenmeden edemiyor. Mavi Vatan sondaj gemisinin patlamasına neden olup o kadar insanın canına kast ettikten ve petrolün denize dökülmesine neden olarak bir çevre kirliliğine neden olduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi sırıttığını görünce Hulki gibi adamın üstüne atlayıp kendisini tokatlamayı çok istedim. Onu Hulki’nin eline versinler o da “eşek sudan gelinceye kadar” Osmanlı tokadını suratına vurup dursun istedim ama onun yüzünden Zehra’nın eski eşinin öldüğünü düşününce acaba onun eline mi verseler diye de çok düşündüm. Sondaj gemisindeki patlamanın sabotaj olduğunu ilk ağızdan kanıtlayabilecek olan Simon’u yakalama konusunda ekibin fazla zorluk yaşamadan hedefi yakalayabilmelerine sevindim. Her ne kadar yakalayan Ceren olsa da bu da bir zaferdir diyeceğim ama Ceren’in niyetinin ne olduğunu çözemedim. Zehra da ona benim gibi güvenmiyor olacak ki Simon’u yakalayıp getirmiş olmasına rağmen önce ona diz çöktürdü sonra da silahla kafasına vurup bayılttı. Zehra’nın ona karşı olan hislerini düşününce bu ayrıntı benim yazacak kadar hoşuma gitti.

 

“Beni durduracak tek bir şey söyle. Çünkü boğazını sıkmamak için kendimi çok zor tutuyorum. (…) Bana bak. Bana bak. O gemide çok kıymetli insanlar vardı. Sevdiğim insanlar vardı. (…)

Tamam. Tamam. Yeter. Bana bak.

Benim de kontrolümü kaybetmeye hakkım var.

Haklısın ama şimdi değil.”

 

Serdar geçen hafta Zehra’ya aralarının normalde nasıl olduğunu sorduğunda aldığı her zaman iyi anlaşamadıkları cevabını birbirlerinden hoşlanmalarına yormuştu ya aslında çok haklı. Serdar ve Zehra arasında konuşulmamış ya da kasıtlı olarak görmezden gelinmiş birtakım duygular var. Onlar bu duyguların varlığını kabul edip bunun üzerine konuşmadıkları sürece Serdar’ın karargâha dönüşüyle başlayan aralarındaki bu çatışmalar hiç bitmeyecek gibime geliyor. Ancak aralarındaki duygular bazen onlar gönüllü olmasa da kendini belli etmenin bir yolunu buluyor. Ceren ile aynı arabada olmasın diye onun dönüş yolculuğunu Pınar ve Hakkı’ya vermesi gibi ya da Zehra kendine hâkim olamayıp Simon’a saldırdığında onu sakinleştirebilen tek insanın Serdar olması gibi. Kontrolünü kaybedip Simon’a saldırdığında sonradan pişman olacağı bir şey yapmasını önlemek için araya giren Serdar’la “bana bak” dediğinde öyle bir bakıştılar ki konuşmaya bile ihtiyaçları olmadı. Gözlerinin birbirine kenetlenişi, nefes alışverişlerindeki ufak ama fark edilebilir değişme bana onlar hakkında anlamam gereken her şeyi anlatmaya yetti de arttı bile.

Aralarında derin duygusal bağlar olan insanlar öyle çok fazla konuşmaya da ihtiyaçları olmaz iyi bilirim. Senaristler ısrarla #ZehSer sahneleri yazmaktan kaçındıkları için Serdar’ın omuzuna dokunması, nasıl olduğunu sorması ve Simon’u yakaladıkları sahnede yanlış bir şey yapmadan önce Zehra’yı durdurması ama özellikle de bakıştıkları bu kısa anlar biz seyirciler için ister istemez olduğundan daha fazla anlam ifade ediyor. Bunun bir Teşkilat dizisi olduğu ve işlenebilecek en önemli aşkın da Vatan aşkı olduğunun farkındayım ama tekrar etmek istiyorum onlar hala birer insan. Bölümün tamamını ele geçirip diziyi baştan aşağıya dönüştürmesini beklemiyorum. Romantik komedilerin aşk denilince akla gelen romantizmi olmadan da olduğu gibi tüm doğalığıyla bir aşk anlatılabilir bence #ZehSer. 

 

Büyük Yüzleşme ve Dönüş Yolundaki Mayın

 

Silahsız bir bölgede kısmi barış koşullarına yaraşır şekilde yaptıkları ilk buluşmanın patlamayla sonuçlanmasından sonra bu defa iadeyi ziyarete düşmanının evine giden Halit Başkan ve Yıldırım arasında geçmiş hesaplaşmalarının üzerinden sondaj gemisindeki patlama-Şirket-Yıldırım ilişkisine ve Yıldırım’ın her MİT çalışanın korumak için yemin ettiği “Vatan-Devlet-Millet” ilkelerine saldırışına uzanan sahnedeki konuşmalarında minimalist oyunculuklarıyla ters orantılı bir şekilde devleşen Turgut ve Gürkan resmen oyunculuk dersi veriyorlardı diyebilirim. Sahnenin gerilimi o kadar yüksekti ki bıçakla kesilebilirdi. Aralarındaki bu yüzleşme anında en çok hoşuma giden detay Halit Başkan’ın bu devlete ve bu millette saldıranlara devletin ne yaptığını bir örnek üzerinden anlattığı sahneydi.

5 yıl önce 52 insanın hayatını kaybetmiş olduğu patlamadan söz edince küçük bir araştırma yaptım. Gördüklerime inanamadım meğer 2016 yılında bu ülkede ne kadar patlamaya bağlı terör saldırısı olmuş. Yanılmıyorsam Halit Başkan’ın söz ettiği saldırı Gaziantep’in merkez Şahinbey İlçesi’nde sokakta yapılan düğünde kalabalığın arasına karışan canlı bombanın yeleğinin patlaması sonucu 29’u çocuk olmak üzere çok sayıda sivilin hayatını kaybettiği saldırı. Ölenler içinde çok sayıda çocuğun olduğunu görünce bu yüreğimi acıtan bi detay oldu. Ama Halit Başkan’ın bu devletin milletine yapılan kötülükleri asla unutmadığını söylediği konuşma çok hoşuma gitti.

“Bundan beş sene önce sınırlarımızın tam içinde bir patlama oldu. Elli iki vatandaşımız şehit oldu. Biz ne yaptık biliyor musun? Saldırıyla alakası olan herkesi bulduk. Tam otuz beş kişi. İçlerinde sadece üçü bu saldırıyı yapmıştı. Bilgi toplayan gözcülük yapan kaçmalarına yardım eden bilip de bir şey anlatmayan herkesi bulduk. İntikamımızı aldık, hak ettiler. Devlet unutmaz. Yıllar hatta yüzyıllar geçse de unutmaz. Bu devlete düşmanlık eden herkes eninde sonunda hesabını verir.”

Sondaj gemisindeki patlamanın kaza değil; aksine sabotaj olduğunu kanıtlayabilmek için şahitliğine ve yapanın o olması nedeniyle asıl suçlu olarak varlığına ihtiyaç duyulan Simon’u almak kolaydı da ülkeye getirmek o kadar da kolay olmadı. Daha yola çıkmadan Simon’u kurtarmak için gelen destek kuvvet Serdar, Hulki ve Zehra’nın başına bela olmaya başladı. Bu üçlüyü en son birlikte operasyon yaparken gördüğümde doğru hatırlıyorsam eğer Suriye sınırındaki mağaralarda teröristlerden saklanmaya çalışıyorlardı. Şimdi de diplomatik bir kriz çıkarmamak için yine başka bir coğrafyanın sınırlarında arabayla belirenmiş çıkış noktasına ulaşmaya çalışıyorlardı. Hulki orada olmasa #ZehSer ikilisinin baş başa operasyon yaptığını seyrederdik ama kısmet. Ne diyelim buna da şükür.

 

 

Arabalı kovalamaca sahneleri her zaman sevmişimdir sanırım o yüzden tüm Fast and Furious filmlerini izlemişimdir ama konumuz bu değil. Arabadan arabaya silahla ateş edildiğinde hedefler hızla hareket halinde olduğundan her iki tarafın da birbirini öyle hemencecik vuramamasını anlarım ama neden kimsenin aklına birbirlerine ateş etmek yerine lastikleri ya da arabayı bir şekilde hedef almak gelmez hiç anlamıyorum. Sanırım böyle heyecanlı bir aksiyon sahnesi ortaya koymak ve bu sahneyi olabildiğince uzatmak mümkün olduğu için senaristler bu yolu seçiyor. Arka arabadaki silahları düşününce bizimkiler neden bu kadar az cephanelikle gitmişler diye düşünmeden edemedim. Operasyondan bir gece önce Hulki’nin temizliğini yaptığı o büyük silah nerede mesela. Kötü adamlar nedense hep ellerinde büyük büyük silahlarla geliyorlar. O otomatik silahların kurşunları da ne hikmetse sık sık bitmiyor.

Bir operasyonu da aksilik olmadan ya da büyük sorunlar yaşamadan atlatamayan karargâh ekibi bildiğiniz çöldeki bahtsız bedevi hatta kutuplardaki buzdolabı satıcıları. Peşlerindeki adamların ağır silahlarla onları kovalıyor olması ve diplomatik bir kriz çıkarmamak için belli sınırların dışına çıkamamaları yetmiyormuş gibi zekasıyla daima övünç duyduğum Uzay’ın farkında olmadan yaptığı yönlendirmelerle mayınlı araziye arabayla girdiler tam oldular. Belli ki bela geldi mi karargâh ekibinin isimsiz kahramanlarına peş peşe geliyor. Mayınlı araziden nasıl sağ çıkacaklarının istişaresini yaparken kendilerini takip eden aracın onları yakaladığını fark edince onların kurşunlarına hedef olmak yerine mayınlarla şanslarını denemeye karar verip mayınlı arazide arabayı sürmeye devam ettiler. Ve araba mayınlardan birine değerek patlamaya neden oldu. Bölümün kapanışını da Serdar, Zehra, Hulki ve Simon’un patlayan aracının attığı taklayla sonlandırdık. Kabul edeyim ki sonu heyecanlı biten bir bölüm oldu. Karargâh ekibine bir şey olmaz da bakalım o arabanın içinden kim yaralı kim kimi sırtlamış şekilde çıkacaklar diyerek yazımı tamamlıyorum.

Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…

 

Yazıda görsel alıntıladığım @diziaholic ve @zehserlovers’a teşekkürler.

 

Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları

Noel Pazarları
AVRUPA – En Güzel Noel Pazarları
sığacık ada masalı
SIĞACIK SEFERİHİSAR – Ada Masalı’nın Çekildiği Yer, Nam-ı Diğer Kırlangıç Adası
Alaçatı Tatil
ALAÇATI – Sanki Ege’de bir Vaha
gezdim gördüm san diego
AMERİKA – San Diego
Mekanlar Tarifler
Sütlü Tatlı
Yılbaşında Yapabileceğiniz 5 Şahane Sütlü Tatlı
LONDRA – Londra’da Öğleden Sonra Çayı
künefe
Bir Değil İki Değil Çok Çeşitli Künefe
Şimdiki Aklım Olsaydı (Si lo Hubiera Sabido)
ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI (Si lo Hubiera Sabido) – Ne Dilediğine Dikkat Et!
Poldark
POLDARK – Korkunun, Umutsuzluğun ve Sevginin Derinliklerinde
Poldark
POLDARK – Eve Dönüş
liar yalancı
LIAR (Yalancı) – İki Taraf Tek Doğru
bergen
BERGEN – Bir Tek Şarkı Söylerken Utanmadım Ben
romantik komedi filmler
Latte Kıvamında Romantik Komedi Filmleri
Yarına Tek Bilet Elle Çekim
YARINA TEK BİLET – Belki de Karşılaşmalar Tesadüf Değil Kaderdir
BİZ BÖYLEYİZ – Olsaydı Nasıl Olurdu?
Deli Bayramı
DELİ BAYRAMI – Kim Akıllı Kim Deli, Nasıl Ayırt Etmeli?
evlat oyunu
EVLAT – Her Şey Çok Zor
übü hep übü
ÜBÜ HEP ÜBÜ – Übülük Müessesesi Üzerine
yaşamaya dair
YAŞAMAYA DAİR – Yaşamayı Ciddiye Alacaksın
Copy link
Powered by Social Snap