UZAK ŞEHİR – Kayıp Bir Şeyler

Sezonun en konuşan projelerinden Uzak Şehir’e dair haftalık bölüm yazıları yayınlayamadık ama öyle detaylı bir sezon analizi yayınlıyoruz ki, tüm yılı telafi etmiş sayılırız.  Gülsüm’ün kaleminden… Keyifli okumalar ^^

 

Selamlar Uzak Şehir izleyicileri,

Yukarıda Aslı belki tanıtmıştır. Ben Müthiş bir Türk dizisi izleyicisi değilim ama sevip beğendiğim veya da bazen tam tersi olan şeyler üstüne konuşmaya bayılıyorum. Lafa başlamakta zorlandığım anlarım oldu. Yorum içerisinde bazı noktalarda belki genel geçer ve yüzeysel görünebilirim. Mutlaka birçok detayı ve karakteri de elimde olmadan kaçırmışımdır. Elimden geldiği kadar toplu bir sezon yorumu yapmaya çalıştığım için çok uzun soluklu bir yazı olduğunu da belirtmek isterim. Tüm bunlar için ve yazının yüzeyselliği sebebiyle şimdiden affınıza sığınıyorum.

Öyleyse başlıyorum. Uzak Şehir ile bir X yorumundaki ufak bir parçasıyla kesişerek tanıştım. Cihan ve Alya ayrı ayrı kıskanç olmalarını reddediyorlardı. Cihan’ın “Uğuuuuur, samimiyiz ha” diyişine cevap olarak Alya’nın ‘bi de gitmiş Mine’ye kov diyor’ repliğiyle karşılaştım. Burada oyuncuların yüzlerine yerleştirdiği çok gerçek ifadelerin de katkısıyla diziye çekildim. Geldiğim bu noktada hikâye aslen olgunlaşmaya başlıyor gibiydi ama beni tutan her zaman oyuncu performansları oldu. Çünkü izletilen sözde senaryo benim bir sürü etik ahlak cart curt anlayışıma göre taban tabana zıt bir yerde duruyor.  Konusu ise asla cezbedici değil. Ancak bir eğlence dünyası içerisinde yer aldığını hesaba katarak oyuncuları ve biraz da başrol kadın karakterin en başta hoş ve güçlü yazılışına kanarak takiplemiş bulundum.

 

 

Şöyle bir Alya’nın üstünden geçecek olursam, Alya sanırım Maraşlı’daki Mahur’un ardından en sevdiğim, bana en çok geçen kadın karakterlerden birisi oldu. Sinem hanımın bize sunduğu Alya, inatçı, dik başlı, ilkeli, kontrolcü, soğukkanlı ve cesur bir kadındı. Tüm bu sıfatlarının zıttı olarak hassas, kırılgan ve neşeli bir yapısı da vardı. Fedakâr ve aşırı empat hallerini abarttığı için bir tür karalama kampanyasına kurban gidiyor olduğunu hissetsem de son anına kadar Alya ile birlikte böylesi leş zihniyetli bir evrenin içinde hareket etmekten çok büyük bir keyif aldım. Sezon başından itibaren Alya ile birlikte olamasam bile, tanıdığım 2 aylık süreç içerisinde gösterdiği mücadeleye, güçlü duruşuna, oğluna gösterdiği sevgiye, oğlu için gösterdiği cesarete, bazı karakterlerin aksine çizebildiği net sınırlara çok büyük saygı duyuyorum. Net olarak aktarıldığı için ve aslında oynandığı için çok sevdim Alya’yı. Kocasının son isteğini yerine getirmek için kısa süreli olduğunu düşünse de bir nevi medeniyetin beşiğinden dağın başına gelmek zorunda kaldı. Hiç kimseyi tanımadığını ve hatta olumsuz ön yargılarla Mardin’e indiğini söylemek bile mümkün.

Dizinin montajlama kurgusu bakımından Cihan’ı tanıtanın da aslında Alya olmasını çok başarılı buluyorum. Asıl çifti bize tanıtan da bu aktarım oldu kendi adıma. Birbirine zıt iki insanın ilk tanışmasının tüm gerekli özelliklerini içermesi yönüyle de klişelerimizden ilkini kucakladık. Kocası Boran’ı kazada kaybettiğini düşünen bir insana güvensiz gözlerle bakan bir Cihan ise bu çiftin ilk gerçek çift çatışmasını sundu. Sözlerden ziyade davranışlarla kendisini ele veren iki karakter olacaklarını da buralarda anlattılar bence. Bu anlamda dizinin en başından beri de nedense bu iki karaktere kayın-yenge olarak bakamadım. Daha ziyade birbirlerini daha yeni tanıyan ve ortak bir tanıdığı bulunan iki kişi varmış gibi hissettim. Tanıdık dediğim de Cihan’ın abisi ama gerçekten gözlerinden ve gönüllerinden uzak olduğundan galiba Boran ile gerekli yakınlığı Mardin’dekiler de kuramamış gibiydi. Sebepsiz şekilde ailedeki hiç kimsenin Boran ve Alya’nın evliliklerine şahit olamaması da bunu kanıtlıyor sanırım. Bu durum aynı zamanda bana biraz da saçma geliyor. Boran ve Alya’nın 7 yıllık evliliği ve 5 yaşında çocuğu olmuş. Tuhaftır aileden kimseye, bir kişiye dahi Kanada vizesi çıkmamış, ailenin düşmanları olsa dahi gizlice birisi bile evliliklerini tebriğe veya Alya ile tanışmaya gidememiş. Altı bomboş bir yazım bu. Bilerek boşlukların bırakılmasını sonrasında doldurulması için bir tür bahane kabul ederim. Özellikle Boran’ın ölümü üzerinde sis varmış havası vermeleri göz önüne alınırsa. Bu tip şeylerin zamanında yanıt bulması gerekir ki, hikâyeye güven duyabilelim.

Daha 5 bölüm ilerlemeden bazı temel noktalardaki eksiklerin normal şartlarda kapatılmasını umardım ama olayları uzun uzadıya anlatmasına karşın Türk dizileri senaryoya bağlı beklentileri karşılamak noktasında zayıf bir performans sunuyor nedense. Tek zayıf nokta bu olsa keşke. Ayrıca yapılmaya çalışılan aksiyon, silahlı çatışma sahnelerinde gözümü çok sık kaçırdım sanırım. Bazı haksız rekabete sebep olacak yapımlar geçti gözümün önünden. Uzak Şehir’e göz bile kırpamadım. Zaten düşük bütçeli bir dizi Uzak Şehir. Kendilerini böyle şeylerle yormalarına gerek yok sanki. Olacaksa da kaliteli bir iki sahneyle geçmek bana daha mantıklı geliyor. Aşiret yöneticisi adam akıllı üç kişi var. Bu üçünün birden Suriye’de bulunması veya aşiret başının hapishaneye girme planlarını yapması, yaparken ter atarız kafasıyla ilerlemesi bana bir türlü geçemiyor. Sürekli boş aksiyon içindeyiz derken buldum kendimi. Normal şartlarda Halis gibi şüphe duyulan birisi varsa yakın markaja alırsın, sonra da gerekirse paketlersin. Mesela Uğur vakasında bu tip bir yaklaşım vardı.

Plota geri dönecek olursam, bir kan davası varken Boran’ın Alya’ya bundan bahsetmemesi ilişkilerinde büyük bir güven boşluğu olduğunu gösteriyor. Bunun üstüne çocuk sahibi olması ise Boran’ın düşüncesizliği. Bunun yanında karısını Cihan’a vasiyet etmesindeki yüzsüzlükten, şerefsizlikten ve midesizlikten de yola çıkarak Alboralar’ın genel tutumlarını ve ahlak yoksunluğunu da anlamış oldum. Bunun altında yatan iğrenç zihniyet ise şuna çıkıyor: Boran zaten tehlikede olduğunu biliyordu, muhtemelen babasının Ecmel olduğunu bile biliyor olabilir, çocuk sahibi olduğu gün karısını ve çocuğunu güvenlik bahaneleriyle kardeşine evlilik yoluyla emanet etti ve Cihan’ın karısıyla bir gönül ilişkisi kurabileceğini düşünmüyordu. Burada gözden çıkarılan ise Alya’nın hayatı oldu. Bu tip mide bulandırıcı alt mesajlarla aslında diziyi neden konu olarak sevemediğim anlaşılabilir. Ancak hikâyenin masumları olduğu için ve çekici çift kimyası sebebiyle de Cihan ve Alya’nın romantik ilişkileri bana batmadı ve batmıyor.

 

 

Gelelim Cihan karakterine bir de. İlk bölümlerin Cihan’ı ile tam olarak alakamın olmamasına sanırım biraz seviniyorum. Galiba en sevmeyeceğim ana kuzusu ve kaba insan tiplemelerinden birisi olurdu kendisi. Sezon ilerlerken hikâye gereği karakterinin gerekli katılığa sahip olduğunu neyse ki gösterebildiler. Yine de Cihan’a sonraki bölümlerde bile ısınmakta zorluk çektiğimi söylemeliyim. Diziyi her zaman Alya için izleyip Cihan’a katlanıyordum. Bunun sebebi Ozan Akbaba gibi bir oyuncuya sahip olmamıza karşın karakter derinliğine inilmemesi. Yani Alya açık kitap olmasına açık kitaptı ama Cihan sezon sonuna doğru duygusal olarak güç bela kendisini açabildi bize. Sezon başında şivesiz konuşmasından tutun odasındaki aksesuarlarına, saat tamirciliğine ve kitaplarına kadar Cihan’ın bambaşka bir evren olduğunu hissetmiştim. Yeri geldiğinde plan yapmasını bilen, vicdanıyla hareketlenebilen, zalim olmamasına rağmen öyleymiş gibi yapan, anlayışlı ve mantıklı bir insandan bahsediyoruz. Aynı zamanda da projenin bağlamı sebebiyle işini şiddetle ve zorla halleden bir tipten de bahsediyoruz. Atasına saygı konusunda abartıya varan halleri düşünülürse sezon bazında Cihan’ın katlanılması gereken yan role dönüşmesi büyük bir eksi. Ancak konuşmasını ortamına göre ayarlayan, oturmasını kalkmasını bilen, neşesini ilginçtir kaybetmemiş, bir ölçüde tutarsız, Nare ve Kaya ile ayrı ayrı çok sağlıklı kardeş ilişkisi geliştirebilmiş, düşünceli ve ailesinin sorumluluğunu yıllardır alabilmiş bir adamdan bahsediyoruz. Bu haliyle standardize edilmiş ağa tiplerinin ötesinde bir Cihan’ı selamlıyoruz aslında. Bu sırada tüm aksiyonların adamı da olmaması gerekiyordu ayrıca. Sonrasında sanırım para/reyting biraz sıcak gelmiş olabilir, sadece Ecmel Bey benzeri bir ağa tiplemesine neredeyse evrilmesi ise bence Ozan Bey’in kabul ettiği rol değildi gibi. Bu yönden güzel doneler ve potansiyeller görebilmişken, dümdüz ağa rolüne geçiş olması yüzünden Cihan karakterinin yazımı bana hep çok yanlış geldi.

Kendi açımdan karakter okuması ve analizi yapmayı severim. Beni zorluyor diye, gizlendiği için severim. Dizilere ortadan girip bir şeyleri anlamlandırmayı da severim. Ancak bu tip şeylerin Türk dizileri ve karakterleri için yersiz olduğunu düşündüğümden beri sadece beni mutlu eden figürleri ve yaşadıklarını izler oldum. Gelinen noktada Cihan’ın gerçekten yaşamadığı ve kaçırdığı birçok şey olduğunu görebiliyorum. Yaşayamadığı hayatını manipülatif anasına borçlu. Öyle ki manipülasyonu Cihan’ı geçmişinde olması gerektiğinden daha itaatkâr, hesap sormaktan aciz ve daha suskun yapmış olabilir. Cihan’ın bunu saygıyla ve sabırla karıştırması bile muhtemel yani. Cihan’ın aşırı etkisiz sözler kümesini düşünürsek, Sadakat’ın yaptığı her saçmalığa karşı muhafazakâr ailelerin enik bebeleri gibi tepkileniyordu. Sadakat&Cihan aksı kesinlikle normalleşecek bir ana-oğul ilişkisini göstermiyordu. Bu açıdan sezonun son 2-3 bölümünde Cihan’ı aktif şekilde asilenmiş görmeseydik, yine söz ve davranışlarda etkisiz olsaydı Cihan’ın kimse için bir anlam ifade etmediğini anlamış olurduk. Öylesine bir ağa figüründen öteye geçemeyecekti yani. Ayrıca Cihan uyku problemlerine ve derin bir strese de sahip. Tüm bu toplamda aslen Cihan psikolojik destek almalı, bir aşkın yönlendirmesi tüm yılların manipülasyonunu silemez zannımca. Silseydi anası bölüm-28’de bayıldıktan sonra iyileştiğini görüp yine karısıyla Midyat’taki diğer eve geçebilirdi. Boran’ın vasiyetini doğrudan sorgusuz sualsiz yüklenmesi kurban psikolojisine girmeye çok yatkın olduğunu da gösteriyor bize. Dizinin en başında ailesi adına Alya’ya yaptığı tüm hıyarlıkları bu altta yatan birçok psikolojik duruma bağlamak pek tabi mümkün. Genelinde çok yavaş açılan bir karakter olmasına karşın evliliği Boran’a bağlı olsa da boşanmamasının Boran’a bağlı olmadığını bize aktarması da bir diğer önemli karakter notu bence. Boran’a karşı hissettiği mahcubiyet sebebiyle romantik jestlere cevap veremediği ortada. Alya’nın tüm ataklarını defansta karşıladı resmen. Adım atamayışı bile anlaşılır. Ki zor bir çift ve ilişki olacaktı zaten. Ancak ben bunların açıkça söylenmeyip, bunları satır aralarında okumaktan çok sıkıldım. Uzun uzadıya çekilen dizilerimizde karakter tutarlılığı ve derinlik anlayışı çok varmış gibi bazı şeylerin alenen ifade edilmemesinden yoruldum. Hem uzun saatler hem de kalabalık bir kadromuz var. İfade ediş biçimi açısından birçok çeşitleme söz konusuyken koştur koştur herkese bakıcılık yapan ana çift hak etmiyor kimse. Milletin dizisinde ana karakterlere hizmet edilir, bizimkinde biz koşuyoruz milletin arkasından. Noluyoruz ya noluyoruz? Reklamlar arasında bulunan ve göze hoş gelen figürlerin figüranlaşmasını istemiyorum herkes gibi. Bölüm-20 ile bölüm 26 arasında Mine’ye ve Sadakat’a söylenmemiş her sözde, tartışılmayan her durumda gereksizce Cihan ve Alya’nın silindiğini hissettim. Özellikle aralarında bir şey olup olmadığını kendileri bile bilmiyorken ezilip büzülmeleri çok yersizdi, kaldı ki bir şey olsaydı bile hatalarını ve sevgiyi kabullenmeleri ve bunu gerekirse savunmaları gerekirdi. Alya bu kıvama kolaylıkla gelebilirdi, çünkü net şekilde Boran’ı hayatından çıkarabilmişti. Böylesi üstlerine gelinen bir tabloda kendilerini savunabilmeleri için öncelikle Cihan’ın Boran ile meselesini kendi içerisinde hallederken bize de haber vermesi gerekiyordu. Yani konu her zaman CihAl arasında Boran olmalıydı. Cihan’ın Boran’ı kıskanamayışı bile bu hikâyenin o zorlu yönünü gösterebilirdi. Ben açıkçası hep bunu izlemek istemiştim. Cihan’ın sezon boyunca kara kutu oluşu ve etkisiz/tekrarlı laflarla bölümlerde varlık göstermesi psikolojik değilse ekip başarısızlığıyla eşdeğer bir şey. Bir sezonu dolduran bir dizide Cihan’ın hala ne okuduğunu, tam olarak neler hissettiğini göremedik, herifi duygulanımı dışında zerre tanımıyoruz bile bence. Resmen Ozan beyi harcıyorlar matmazel. Adam gerçekten eline gelen işi iyi oynuyor. Kendisinden de katmış. Çok belli. Ama yazılan karakter refleksleri genel anlamda zayıf be kardeşim. Adam baş karakter olmasına ve ağa rollenmesine karşın resmen yok hükmünde tüm dizi içerisinde. Sanki tüm Mardin koca bir sirk de Cihan’ın gönlünü hoş etmek için ağa diyormuşuz gibi. Önümüz 23 Nisanlarda da belediye koltuğuna oturtalım bence. Beş dakikada Beşiktaş Alya’dan sonra temasımın bu denli eksik olduğu erkek karakter hiç olmamıştı. Dediğim gibi satır aralarından çıkarımlamak artık tercihim değil.

Aynı psikolojik bozukluk durumu Alya’da da geçerli. Gerçekten çok kötü bir ergenlik ve erken yetişkinliği olmuş. Öz annesiyle toplam 20 dakikalık falan bir yüzleşme ile geçiştirildik. Bu kadın çocukluğunda ve gençliğinde istismar edilmiş. Psikolojik bir tabanı var yani. Öz annesinin bu durumu tetiklediği ortadayken Alya’nın fiziksel temaslardan kaçınması ve fiziksel şiddet eylemlerinden ürpermesi gerekirdi. Sadakat hanım el kaldırdığında sadece bir kez ürkek bakışlarını yakaladım. Yani tuhafıma gidiyor böyle şeyler. Tedavisini elbette olmuş olabilir ancak Alya için her konuştuğumda ben yara bere içinde kalıyorum, bu kadın tüm empatisini nasıl Alboralara dağıtabiliyor, hayretler içerisindeyim gerçekten. Ancak tüm dağılmış psikolojisine rağmen anneliği konusunda büyük bir takdiri hak ediyor. Annelik refleksleri ve korumacılığı kendi hayatında gördüğüyle o kadar zıt ki Alya’nın bu psikolojik gücüne gerçekten hayran olmamak elde değil. Cihan dahil tüm aile bireylerinin de bu sevgiden nasiplenmek istemesi de anlaşılabilir. Bu yüzden sezon boyu Cihan, Kaya ve Nare ile kurduğu ilişki sevgi, anlayış ve saygı temelleri üzerine kuruldu. Üstüne birbirleriyle aile olabilmenin sıcaklığını da hissettirebildiler. Gitgide insanlık gören Albora dramına dönüştü dizi bu yüzden zaten. Belki de bu sebeple Sadakat’in Alya’yı sevememesi, saymaması anlaşılır. Kadın sevgiyle herkesi fethetti. Korku imparatorluğu kuran gaddar bir kadın ve anne için çok kolay şeyler değil bunlar tabi. Dizideki birçok anne tiplemesinin de çok dışında bir kadın Alya. Bilhassa Fidan’ın korkak anneliğini veya Sadakat’ın gaddar analığını düşünürsek. Özelikle Sadakat’ın da gelin-kaynana çekişmesi yaşadığı, çok idealize görünen Alya karşısında zor anında bel altına varan tutumlar göstermesi de bunu destekliyor. Hem de Alya’nın geçmişi bu kadar yaralıyken böyle olması Alya’yı daha kıymetli kılıyor. Sadece ekran süresi ve dağılımı adına eleştiriyorum. Bunun ana karakter için kilit olduğu ortadayken başka konulara girmemiz zaten gerekmiyordu. Yani biraz daha başkarakter yazılması için çaba harcansaydı bu dizinin muadillerinden çok daha farklı, hassasiyetlerinin daha derin olabileceğini söylerdim sanırım. Malum tarih ders alınmadığında tekerrür eder. Bu yapım da çirkin replikleri ve leş eril zihniyeti sürdürürse, kesinlikle sıradan aşiret dizilerinden birisi olacak.

 

Zehir… Alev… Ateş…

 

CihAl yönünden de diziye şöyle bir bakacak olursam, gerçekliği yönünden çok ikna edici bir tarafı var. Çift kimyası noktasında fiziksel olarak Ozan Bey’i oldukça karizmatik buluyorum. Buna rağmen dizide kendisine çok yükselemedim ancak kimyasını bulduğu partnerlerle çok güzel bir denge yakalayabiliyor. Genel anlamda oyun partnerlerinin ve Sinem Hanım’ın önüne geçmiyor. Görünüşte güzel ve çirkin hikayesini yansıtan bir yanları var. İlişkilerinin ise düşman-dost-aşık etaplarının her birine en baştan şahit olabildiğimiz için çok şanslı hissediyorum. Her bir fazında çok keyifli sahneler ve paslaşmalar izledim. Öyle ki oyuncu kimyası o kadar çekici ki, dizi plotunda beni ikna edemeyen bir işe yazı yazarken buldurdu. Ancak senaryo ve hikâye bakımından o kadar noksan bir tablo çiziyor ki, şok içerisinde yan roller tarafından zehirlendim.

İzleyicilerin genelinde şöyle hatalı bir görüş var: Türk eğlence sektöründe senaryo ve senarist varlığına inanılıyor ve hikâyelerin tamamen bu kişiler tarafından şekillendiği düşünülüyor. Ben açıkçası Türkçe konuşulan herhangi bir yapımda hikâyeyi yönlendiren tek unsurun sadece senaryo ve senarist olduğuna inanmıyorum. Genel anlamda bir ekip işi ortaya konuluyor gibi. İyiye giden ve beklenti oluşturan bir durum söz konusuysa da tamamen el birliğiyle Türk yapımları asla bekleneni veremiyor ve millet fakru zaruret içinde harap ve bitap düşüyor. Tabi beklentiyi karşılamak eğer bir senaryo vaadi söz konusuysa geçerlidir. Bunu bir başka dizi üzerinden örneklemek istiyorum müsaadenizle. Benim çok sevdiğim bir dönem draması var. İsmi North&South. 4 bölümden oluşan BBC yapımı bir mini dizi. İzlerseniz belki seversiniz. Mr. Thornton karakterini neredeyse her yönden Cihan ile özdeşleştirdiğimi söylemeliyim. Sert koşullar içinde yaşayan bir adamın aşka düşüşünü de konu alan çok katmanlı ve bendeki yeri çok ayrı bir iş. Dizinin kısa ekran hayatı boyunca Mr. Thornton güneyli/modern bir hanımın kendisini sevemeyeceğini düşünebilen, aşktaki öz güveni çok düşük, çok sert mizaçlı ve sorumluluk sahibi bir portreydi. Benim Cihan’a dönük beklentilerim ile Thornton karakteri, tipleme bakımından aile sorumluluğu alma, gerekli durumlarda risk alabilme, vicdanlı olma ve sert mizaç gibi kritik noktalarda kesişseler dahi aşka dair özbenlik noktasında zıtlaşıyor. Cihan’daki ego, Thornton’un çok ilerisinde olup kıskançlığında kendisini ele verdi. ‘Uğur mu seni hak ediyor’ sorgusu da bunu gösteriyor. Yani Cihan’dan beklediğim karakter Thornton’un sahip olduğu özgüvensizlikken, bunun tam tersinin yazılmasını esasında daha fazla beğendim. Kendisini Alya’nın yanına yakıştıramama durumu varsa da sadece mimikler yoluyla oldukça pasif ve minör bir yer kapladı, kimi yerlerde de Alya’ya karşı eksik hissettiğini çok ufak yansıttı ancak tüm diziye egemen düşünce asla bu olmadı. Özetle beklentimle zıtlaşarak ve bunun üstüne koyarak beklentimi aşabilmek de bir tür karakter ve romans yazımına dönük başarı sayılır. Eğer herkes bir beklenti peşindeyse, benim de karakter ve aşk hikayesi yazımına dönük beklentilerimin olması çok normal öyle değil mi?

 

 

Uzak Şehir klişeler ve beklentiler üzerine zıtlaşmayı da seven, bununla izleyicisine kendisini sevdiren, ilk 5-6 bölüm özelinde vaatte bulunup belirgin anlatıma sahip olmuş bir çalışmaydı. Sonrasında anlatısal olmuş olması ortak bir beceriksizliğin sonucu bana kalırsa. Bana göre bir dizinin anlatımsal olmasıyla anlatısal olması arasındaki farkı şöyle açıklayayım. Mesela Alya’ya hediye edilen anka kolye hem anlatımsal hem de imgeseldir. O kolyenin bölümler boyunca bir takip edilirliği vardı. Cihan tarafından yapılan imgesel açıklaması da söz konusuydu. Alya o kolyeyi sevgiyle taktığında, öfkeyle çıkardığında veya kırgınlıkla anlamsızlaştırdığında bu bir anlatım olmuştu. Cihan’ın o kolyeyi anlamsızlaştırıp sonrasında ona anlamlar yüklemesi de aynı şekilde. İmgesel tanımı herkesin malumu olsa da Alya’nın yaşadıklarına karşı küllerinden yeniden doğacağını izlemesek de bilir olduk. Kaldı ki hanımağa ayaklanmasında kapıları yakışıyla da izleyip bilir olduk. Bu hem Alya karakterine dayalı hem de çift adına romantik altyapılı bir anlatım. Aynı şekilde Alya’nın veya Cihan’ın birbirlerine parmak sallaması da. Veya halay çekerken omuzlarını hareket ettirmeleri de. Benim ve genel olarak fan kitlesinin de peşinde olduğu beklenti tam olarak bu biçim bir anlatım. Aynı zamanda Boran konusunda yaşanacak drama da. Anlatı ise bölümler arasında bağlantısı kopmuş video serilerinden oluşur. Biraz da durum komedisine benzer şekilde birbiriyle alakasızdır. Ana çiftin el ele tutuşması, bölüm-23/24 dışındaki sarılmalar, el kol sıvazlamaları ayrı ayrı anlatılar ancak herhangi birisi üstüne net bir şekilde bölümler arasında takipçilik yok. Üstüne karakterlerin düşünmüşlüğü/konuşmuşluğu yok çünkü. Bu anlamda çifti yorucu buluyorum. Aslında çifti bölümler içinde bulamadığım bile oldu. Kayın&yenge ilişkisi olduğu için zorluğun biraz ayırdında olmakta fayda var ancak bu hiçbir zaman için sezon sonuna yaklaşmış bir projede çiftin duygularına vakıf olamamamız anlamına gelmez. Böyle bir dünya yok. Çünkü böyle tip bir dizide her şeyi temize çekip güvenli alanda kalamazsın. Ya gider eski kocayı hain ilan edersin veya aşkı sancılı yazarsın. Koca bir sezon boyu ikisi de olmadığı için boşa düştü dizi ve yüzde 3 ihtimalli Mine hamileliği ile baş başa kaldık. Başlangıç vaadi olduğu için söylüyorum. İmkânsızlıktan doğan yasak aşk bu dizinin ana eksenlerinden birisi. Yani böyle göründü hep. Yasak aşkın bir diğer getirisi ise her zaman duygusal ve fiziksel temastır. Burada hissedilen net bir makas çiftin çekiciliğini de keser. Fiziksel temasın bir noktaya kadar reyting getirmeyeceğine, halk tarafından kabul görmeyeceğine dair abuk düşünceler varsa bile, duygusal temastaki makası anlamlandıramam. Bu açıdan esas çiftin romantik anlatımsallığı çocuk ebeveynliği yapacak iki kişinin derin askerlik arkadaşlığı veya her hafta demans yaşayan 70 yaş kayın-yenge partnerliği değildi yani. Çifti anlatmak onların iç seslerine ulaşmakla, bilinç altlarına erişmekle veya dertlerini birilerine dökmeleriyle mümkün olabilir. Bu noktada aslında Alya&Nare, Alya&Fikriye, Cihan&Fikriye, Cihan&Sadakat ve Cihan&Nare&Kaya sahneleri önem kazanıyor ancak dizinin baskın tonu yine de olamadılar. Slowburn tanımlı bir çift olsa dahi, Cihan’ın en başından beri âşık olduğunu anlatabilmeyi çok çok zorlaştırdılar. Alya yönünden hiçbir problem zaten yoktu. Cihan bize hapis görüşünde 5 saniye meselesiyle göz kırpsa da, hemen arkasından Mine’nin düşemeyen fetüs feykini ikinci kez yedik. Yani burada suçlu hırsızlığı yapandı biraz da. Anlatımı zenginleştirmenin bir diğer yolu da birbirlerine bölüm-23’teki, bölüm-18’deki ve bölüm-17’deki gibi aniden yaklaşıp uzaklaşmaları olabilirdi. Anlatım modelleri fazla yani ancak tüm bu biçimlere rağmen maalesef ana çiftte anlatısallığa düşüverdik ve bir süre çıkamadık. Çıktıklarını sandığım unsur bölüm-22’de Sadakat’in Boran’ı hatırlatmasıydı. Boran’ı hatırlatacak durumlara karşı değilim. Boran üzerinden başka karakterlerin yaptığı yorumlara da. Ancak esas karakterlerin suskunluğu veya pasifizasyonu konudan beni çok uzaklaştırıyor. Sadece beni de değil, Alya’nın Cihan’dan nasıl uzaklaştığını net şekilde gördük. Bu anlamda dizi kendi içinde eleştirel olabilmeliydi de. Sadakat gibi bir kadın o lafları söyleyebilirken geçmişte Ecmel’in ardına Azem ile evlenip 3 çocuk yapabilmişse, haddini bildirmeyi de Alya veya Cihan yapabilmeliydi gibi sanki.

Sezon sonuna doğru Boran’ın birden hatırlanmasıyla girdiğimiz katil kim oyununda CihAl’in sonunda çift enerjisine girmiş gibi görünmesi ise biraz ümitvar bir haber oldu. Çift açıkça söyleyemese de ilişkilerine bir ad veremeseler de ikili olarak duygularını biraz olsun hissetmek önemliydi. 24.bölüm bu ilişkimsi yakınlaşmalar için önemli bir yapı taşı ancak devamını görebileceğimiz sadece 4 bölüm kaldı ve bölüm-24 maalesef dizinin ana aksta geç kalmışlığını telafi etmedi. Beklenenin ötesinde ilgi gören işlerin genel sorunlarından bir diğeri de hikâyenin asıl problematiğini anlatmayı başaramadıkları için ana karakter olsalar bile onlar üzerinden seyircinin ağzına bal çalınmasıdır. Bölüm 25 ve bölüm 26 bu minvalde sahnelere sahipken, tüm o Mine ve fetüsü hikayesine karşın bölüm 27 ve bölüm 28 olması gereken Cihan ve Alya hikayesine hizmet etmeye başladı. Bu yönüyle Cihan’ın yeterli güven oyu topladığını düşünüyorum. Daha büyük zorluklarla sınandığında asıl Cihan’ı ve Alya’yı göreceğiz bence. Bu da aslında dizinin ikinci sezon vaadi ancak ilk sezon vaadini yerine getiremeyen bir ekipten belki de daha büyük bir beklentiye girmemek gerekiyordur.

 

 

Bütün halinde bölüm-27 ve bölüm-28 Cihan’ın ailesini tüm benliğiyle kabullenip sahiplendiğini bize gösteriyor. Bu benim Cihan konusundaki en büyük eleştirilerimden biriydi. Kıskançlığını ve erilliğini ne kadar Alya üzerinde gösterse de onları tam olarak hayatına almıyor ve onların hayatına kendisini kabul etmiyordu. Özellikle Bölüm-28’deki Alya-Deniz-Cihan yatak sahnesi kritik öneme sahip. Çünkü Alya’nın kendi yattığı yerden alan açarak Cihan’ı davet ettiğini görebildik. Yani gerçekten dikenli yollardan geçtik, zehir gibi sular içtik ve yatak kavgalarından buralara geldi bu çift, kolay değildi. Buradaki eksiklik çiftin buradan itibaren birlikte aynı yastığa baş koymalarını görememiz zannımca. Yani burada Wattpad hikayesi zaten izlemiyoruz. Hiç kimsenin bir tür p*rn* beklentisi olduğunu da sanmıyorum. Ana çiftin bu kadar yaşanmışlığı ve birbirlerini kabul edişlerinin ardından Deniz olsun veya olmasın artık aynı yatağı paylaşmasının seksüel bir yanı zaten olmazdı. Güven ve şefkat temelinde yükselen bir çiftin diziyi biraz daha yumuşatmasına yarardı. Saçma sapan bizimkiler sabah namazına müteakip içtimada aile selamlıyor. Bunlara gerçekten ne gerek var? Bir de çok sert olamayan bir sezon finali yaklaşımına sahip olarak ilerledikleri hesaba katılırsa. Çifti birbirlerini arzulama yoluna sokarken Cihan’daki o kara atlet neyin nesi? Oyuncunun iffetini korumak tam şu an mı akıllara geldi gerçekten? Mine ile yarı çıplak sahnelerini görmesem kendilerini anlı şanlı edepli total dizisi ilan edeceklerini sanardım. Bu dizinin ahlak yoksunluğu hepimizin malumu zaten. Yani yapılmaya çalışılan şey çok daha eğreti durmuş bence.

 

 

Sezon finali son sahne sekansında Dedüblüman’ın bize eşlik ettiği bölüm-13 paraleline göre ‘gitmek-kalmak temasına’ geri dönmek güzel bir fikir esasında. Tüm sezon boyunca Cihan’ın katmanlaşarak ve katlanarak Alya’yı ve ailesini kaybetmekten ne kadar korktuğunu izlemiştik. Yine de bu tam olarak olması gereken sezon finali aksı mıydı emin olamıyorum. Bölüm-26-27 finaline çok daha uygun bir yapısı vardı. Merak unsuru bırakması noktasında beni tatmin etmedi. Ayrıca bu sahneyi hazırlayan faktörün de Mine olması ucundan köşesinden hakaret gibi. Bir öpüşme sahnesinin sezon finali son sahnesine göre düşük bir yapısı olduğu ortada. Öyle ki bir ölçüde hızlandırılmış ve geçiştirilmiş havası vardı. Bu yüzden arabalarının Ecmel tarafından zevkine taranıp biteceğini düşünmüştüm. Öpüşme sahnesinin kendisi ise bence bağlamına uygun bir endişe, korku ve kasılmışlıkla sunulmak istenmiş. Arka plandaki müzik dışında bu sunumdan pek de rahatsız olmadım ve bu sunuşu da bir seviyede anlıyorum. Kamusal alanda ahlaka aykırı bir hareket içindeler. Cihan için çok yeni bir durum bu. Sevdiği kadını bu sefer döndürmeye çalışıyor, yengesine askıntı olma durumu ise hala devam ediyor. Cihan’ın bunu çözemeyişi yüzünden bu eleştiriyi tekrarlamaktan gerçekten de sıkılıyorum.

 

 

Kabul edelim ki bu dizide ana çift açısından zorluk uyandıran esas 2 ana faktör, bir de ısmarlama güçlük bulunuyor. Birinci ana faktör Sadakat’i atlatabilmek için bölüm-26-27-28’i izledik, ikinci ana faktör Boran konusunda dizi ağzını bile açmadı ancak hikâyede bir yeri bile olmadığı halde Mine yönünden açıkçası çok aşağılandığımı hissettim. Bu sezon imkânsızlık dramasının üstünden iki üç sahneyle atlandı. Bunun Cihan için çok zor olduğunu görmemiz gerekiyordu

Bu arada Mine hamileliğinin ana aksa hizmet eden bir yapısı olsaydı belki bir ihtimal Alya kadar olmasa da yumuşak yaklaşma numarası yapmaya çabalardım. Alya ile evlenmeden önceki bir ilişkiydi derdim. Bazı hafifletici unsurlar sunardım bile. Ama 8 haftalık diye üstüne basılan bölümde o hamilelik anka hediyesinin verildiği tarihle uyuştuğu için çift hikayesinin görünürde kusurlu yapısı öyle bir çamura battı ki Cihan’ı sadakatsiz kabul etmek zorunda kaldım. Bu durum olduğu gibi çifti lekelemiş oldu bence, evlilik dışı hamilelik aksında ısrar edilmesi sebebiyle yer yer çiftin gördüğü ilginin karşılıksız olduğunu bile hissettim. Evlilik içerisinde olmalarına rağmen, üstüne üstlük Cihan da duygularını kabulleniyorken, Cihan’ın ilişkisine devam etmesi hem kendisine hem eşine karşı büyük bir saygısızlık. Senaryo buralara gelmesin diye bebeği Demir’e ve Uğur’a kakaladım, Muzaffer abiyi bile harcadım. Sonucunda bebek başımıza kaldı. Bu ferasetsiz senaryo aksı için gerçekten çok üzülüyorum. Ayrıca Alya’nın neden Cihan’ı anlayışla karşılayıp fedakâr pozlarına girdiğini anlayamadım gerçekten. Alya’nın Cihan’a karşı en ufak bir sitem edemeyişi de saçma geldi bana. Kolye iade edilir böyle adama. İdealize edilmiş tepki görmek istesem gidip Yargı’daki Ilgaz’ı izlerim. Yazılabilecek en kötü tepkilerdi. Özetle bu aksa girilmesiyle Cihan&Alya ilişkisini sözde ilmek ilmek dokurken sanki bir anda söktüler.

Genellikle senaryo vaadi açısından dizinin konu aldığı zor durumların insanları eğlendirmesi gibi bir şey söz konusu değil tabi. Ancak Türk eğlence sektöründe ilginç bir drama yaslanma eğilimi var. Uzak Şehir drama öyle başarılı yaslanmış ki hikâyeye güven duyulmasa bile oyuncu performansıyla kendisini izletebiliyor. Yanisi üslup her şeydir. Dizinin kendisine has eğlenceli bir yanı ve dram aktarma usulü var. Ekmeğini de buradan kazanmış bence. Bunun yanında dizinin sürükleyiciliğe ve akıcılığa sahip olduğunu da kabul ediyorum. Bu da reyting kazandıran bir diğer faktör. Lakin ki bu dizide olduğu gibi bir nicelik birimi olarak reytinglerin her zaman niteliksel bir hikâye/senaryo/tema anlamına gelmediğini bilmek gerekiyor. Yine de Türk dizilerinde hikâye olduğu sanrısıyla ilerlersek, bu dizideki hikâye dengelerinin kötü karakterler lehine ve aşırı çirkin replikler yoluyla bozulması, dizinin hali hazırda etik anlayışlara zıt gelen yapısı düşünüldüğünde ahlaksızlığı yayma kürsüsü eş başkanlığı görevini üstlenmesini anlamlandıramıyorum. Sezon başlangıcı esasıyla senaryo vaatleri varmış gibi giden bir yapımın, ortama oldukça zıt bir Alya ile sınanarak bir ölçüde doğruyu bulmaları beklenirdi. Sezon sonuna yaklaştıkça ortaya çıkan rezilliklerle izleyenini sınaması değil. Rezaletleri tekrarlamak istiyorum: yüzde 3 ihtimalli Mine’nin hayli tuhaf 8 haftalıkken tanıştığımız, 2 hafta geçince de 4 aylık olan hamileliği, Mine sebebiyle ilk CihAl el ele tutuşmasının vicdansızca katledilmesi, Nare’nin neden olduğunu anlayamadığım Özkan’a verdiği über distopik sözler ve aptala bağlayışı. Bunların üstüne bana diziyi sevdiren çifte çekilen korkunç kamera açılı sarılmalar, CihAl’in olimpiyatlara hazırlanır gibi sürekli destek ayağına el omuz sıvazlamaları, Alya’ya sürekli giydirilen üstüne yapışan abuk simsiyah elbiseler ve ortamla alakasız stilettoları, başrollere ve baş karakterlere her bakımdan gösterilen net özensizlik. Bu kadar eleştiri unsurunu arka arkaya dizmek demek dizinin sözde senaryosu bakımından odağını zaten kaybettiğini gösterir. Sezon ilerledikçe gittikçe göze batar olur böyle kepazelikler çünkü.

Tabi tüm bunların üstüne senarist değişmeli yönünde fikirler çok görüyorum. Genel olarak başarılı dizilerde bir yazarın veya ekibin yorumlara dayalı olarak hikâyesini şekillendirdiğini görmedim şahsen. Çünkü bir senaryo planı olduğu varsayılır. Bu açıdan yapımlarda izleyici yorumları umursanmaz. Bana göre de umursanmamalı. Ancak geldiğimiz noktada hikâye/çekim ekiplerinin destek alması gerektiği de aşikâr. Gerekirse senarist değişiminin de projeye iyi geleceğini düşünenlerdenim. Bununla birlikte görsele dayalı işler yoruma açıktır. Yapıcı eleştiri olduğu sürece dizi akıcılığı noktasına katkı da sağlar bence. Yorumlar dikkate alınmasa da bir tür başarı yakalamış işlerin öz eleştiri yapabilmesi gerekir. Ortak bir başarısızlık söz konusu. Gel gelelim dizilerde ısmarlama anlatılar hep oldu. Güncel Türk yapımlarında bu istisnasız her işte oldu. Ben Kiralık Aşkzedeyim. Yargı izledim, yorum yazdım. Baba izledim. Bunların hepsi de vaatlerle dolu hikâyelerin gidemediği, amaçsız anlatılara dönüştü. Sezonun son sekansının tamamını ele geçiren Mine hamileliğini normalde kesinlikle ısmarlama anlatı olarak değerlendirirdim ancak senaristin veya çekim ekibinin izleyiciyle inatlaşması olduğuna da biraz kaniyim. Nicel olarak başarılı olan işlerde bir diğer genel geçerlik inatlaşmayı takip eden ego zehirlenmesidir. Ana çift arasında görmediğimiz her şeyin diğer çiftlere yazılmasıyla kendini gösterir hatta. Talep edilen klişelerin ne olduğu ortadayken ana çiftin ve karakterlerin donelerini başkalarına pay eder. Uzak Şehir de sezon sonuna yaklaşırken tam bu kıvama kavuştu. Ana çiftin ilk yemeğine gidişinin DemZer’e yazıldığını, Kaya’nın Zerrin’in hamileliğine verdiği tepkiyi hatırlayın. Uğur’un öldüğü bölümde alakasız şekilde Mine’nin orada bulunduğunu da unutmayın. Replikleri tamamen Alya’nın laflarıydı.

Tüm yolların Roma’ya çıkmasına benzer olarak senaryodaki tüm önemli kilit taşlarının Mine’nin ayağına dizilmesi de dizi açısından en gerekli dizi aksının yolunu şaşırtıyor. Boran yerine Mine gibi bir kafadayız. Dizinin iyi yönetilemediği veya çok sesli yönetildiği buradan bile belli. Bu çok seslilik reyting yüzünden görünüyor. Kabul edelim ki reyting getiren faktör ana çift arasındaki muhtemel aşkın ortaya dökülüşü ve bu olmadıkça beklenti de artıyor. Ancak bölüm-21 tüm bu reyting gütme amacının seyirci üstündeki ters tepkisiyle sonuçlandı bence. Süregelen bir tepki yığınıyla birlikte dizinin senaryo bocalaması yaşadığı çok belirgin hale geldi. İlk el ele tutuşmanın Cihan yönünden tepkisiz kalmış görüntüsünü Mine’ye borçluyuz. Bu bile Mine’nin bu senaryodaki saçma pozisyonuna bir övgü. Hamilelik engelinin ana çift için Boran’dan büyük bir sorun olması söz konusu bile değil. Reyting almaya çalışırken karakter işlememek da cabası. Koskoca yapım/çekim/yazım ekibinin bu gebeliğin reyting getireceğine inancı salağa yatmasına benziyor. Kaldı ki reyting gelmesinin yakınından bile geçmeyip beklenen reytingin 5 puan altında tamamladılar. Bu sözlerim bu projenin uygulayıcılarına: Biraz nabız yoklamayı bilip hikâyeyi okusa mıydınız acaba? Biraz yazdıklarınıza saygınız falan mı olsaydı? Rakipsiz bir günde reyting toplamak kolay bir iş. Çok da emeğin olduğunun farkındayım. Mütevazi bir kadroyla kazanılan fazla paradan sonra ise oyunculara acımak izleyen ve izleten açısından şımarıkça geliyor bana. Tamamen ekip yüzünden yazılan bir yorum olduğu için o da. Çok güzel bir oyun kalitesi varken içler acısı bölümler izlemek çok yersiz. Şu okuduğunuz paragraflar boyunca iki kelimemden birisinin Mine’ye gitmesi bile tarifsiz bir gereksizlik. Üstüne üstlük oyuncunun verebildiği keyif de oldukça sınırlı. Kızılcık Şerbeti Görkem havası olmadığı gibi oyuncuya yüklenen gereğinden fazla sorumluluk da eğreti duruyor.

 

 

Problemlerimizden bir diğeri de tabi her dizide karakter değişimi/dönüşümü görme sevdası. Buna da yanıt vermiyor bu dizi. O Sadakat Hanım tam olarak hangi zekanın ürünü? Bence çok delüzyonal bir karakter. Bu, bağnazlığı ve cahilliği ile birleşince çok tehlikeli bir kombo çıkıyor ortaya. Aynı zamanda belli seviyede insanlara sözü geçiyor, zaten Cihan’dan daha ağa olduğu ortada ve kudretli birisi. Manipülasyonu biliyor. En kötüsü bunun farkında. Evlatlarını yıllardır manipüle edip bunu saygıyla karıştırmalarını bile sağlamış. Kötülüğün rengi önemli bence bir dizide. Kazanan siyahımsı dokular her zaman dizilere gereken kan değildir. Koyu gri karakterleri sevmez değilim ama pembeler de lazım. Burada zifte çaldı kötüler. İnsanlık desen çok uzaklarda. Gerçekten Alya ile benzeştirilebilecek hikâye diye düşünürken, biraz olsun empati yapabileceğini düşündüğüm kadın, Alya’nın tüm acılarıyla alay etti resmen. Alya’nın annesi ile ilgili tüm yorumları baştan aşağıya rezalet bir zihniyetin ürünleri. Gelin-kaynana dinamikleri gerginken veya değilken asla böyle olmamalı. Saygı duyulmasını talep eden kadın dünyanın merkezinde gibi yaşayıp ona göre uyumsuz tiplere saygısızca yaklaşabiliyorsa Alya’nın artık saygı duymayışı anlaşılabilir. Bu zamana kadar belli bir seviyeyi tutmuş olması bile takdire şayan. Mine ile muhabbetleri ve iş birlikleri ise apayrı bir sığlık. Bebeğin cinsiyeti üzerinden öyle konuşmaları gerçekten nasıl yapabildiler, kanım dondu. Bunlar özellikle nefes almayan dizilerde izleyiciyi daha da bunaltan yan akslar.

Tüm bunlara karşın Sadakat hanımın ilginç bir tarafı var. Bazı noktalarda kendisini haklı bulmaya eğilimleniyorum ancak ciddi şekilde anlayışsızlığı, cahilliği, caniliği, acımasızlığı, vicdansızlığı ve hadsizliği beni kendisinden iğrendiriyor. Genel olarak Mine Hanım ve gebelik konusunda Cihan’a dediklerinde hak payı vardı. Cihan gerçekten de başkasının yatağından çıkıp kocalığını yapmalıydı. Ancak Sadakat ile uzaklaştığımız yer gebelik üzerinden Cihan’a açtığı psikolojik savaş ve gebelik haberini küçücük çocuğa verirken yaşadığı büyük zafer kutlamasıydı. Burada işte haddini aşmış oldu. Yani bu durum hakkında genel olarak dediklerinde haklı, yaptıklarında hadsizdi. Gelinini bu şekilde aşağılayarak gönderme hırsına sebep olacak kadar yüksek motivasyona sahipse de tüm 28 bölüm boyunca bunu Alya veya kendisi yönünden hissedemedim. Sadece klasik bir gelin-kaynana gerilimi olarak yorumladım. Boran’ın katilini kesinkes Alya olarak bilip sürekli olarak bunun üstünden ilerleseydi anlayabilirdim belki ama tüm sözler eril zihniyetli bir kadın olmasının ötesine geçemedi. Bu yüzden de Sadakat düşmancıl bir kaynana olarak karikatürize edilmiş oldu. Esasında Alya&Sadakat bir nebze seviyeli bir kaynana-gelin aksı sunabilirdi. Tercih edilmediyse önümüz sezonda da görmeyi tercih etmem. Yıpratacaksa yıpratsın. İstemez, iyi kaynanalığı eksik olsun.

Şahsi düşmanı Ecmel ile arasındaki geçimsizliği geçmişe ve Boran’a dayandırılmasını drama yaslanan bu hikâyede başarılı buldum. Sadakat’ın neler çektiğimi bilemezsiniz temalı tüm konuşmaları hamile haliyle dağ başından atılmasından sebepmiş meğerse. Yine de bunun üstüne Ecmel’e takıntı seviyesinde bir ilgiyle de bağlı. O kadar zaman geçmesine karşın fotoğraflarını taşımak neyin nesi Allah aşkına? Aşk da en az nefret kadar güçlü bir duygu. Sadakat bunu yıllar boyunca içinde çözememiş belli ki. O yüzden sezon finali karşılaşmalarında etkileyici bir yan bulunuyordu. Alya’ya torunla git derkenki samimiyeti de nefretinden ve korkusundan kaynaklanıyor. Yani hikâyenin dede-nene jenerasyonunun gençlik ve yetişkinlik bölümlerinin altı dolu nefret hikayesine hizmet etmesini bekliyorum. Belki de Sadakat Albora’da var olabilmek için Ecmel ile büyük bir savaşa tutuşmuştur. Buraların açılması da senaryo ve bölümlerde hareketi kolaylaştırabilir. Ezel’deki Ramiz Dayı hikayesine benzer bir geçmiş aksı sunmak iyi bir fikir gibime geliyor. Tabi ki bu bölümlerle tekrar karşılaşmayabiliriz ancak Ecmel’in mahpus haliyle bir ölçüde tehlike yaratabildiği fikri empoze edildi. Senaryonun aile içi kavga bölümünün de ilgi çeken bir tarafı var.

 

Gönül ferman dinlemiyor

 

Diziyi izleme şeklimde bazen değişimlere gidiyorum çünkü kuzen çiftlere karşı pek olumlu görüşlerim yok. Malum dizide tamamen normal zeminine yaslanabilmiş bir ilişki ve ilişki modeli yok. Akrabalık bağlarını düşünmeden izliyorum zaten. Yazılan yan çiftleri, Romeo ve Juliet gibi düşman ailelerin acınası çocukları olarak izlediğimde bana keyif verebiliyorlar. Bunun yanında Şahin ve Nare’nin görsel uyumları çok yüksek. Kavuşmaları için Şahin’in sunduğu tüm güçlenme gerekçelerine inandım. Nare’nin evliliğini izleyerek, bebek sahibi olacağını bilerek, bebeği kaybetmesine bile üzülerek bu aşk için Şahin’in çok büyük özverilerde bulunduğunu görebildim. Kendisinden vererek büyümüş gerçekten. Ne olursa olsun Nare’den vaz geçmemesini hayranlıkla izledim. Sadece bu bekleme sebebiyle bile Şahin’in Nare’ye kavuşmasını desteklerdim. Bu yüzden fırsatını bulduklarında ilişkilerini evliliğe dönüştürebilmeleri çok güzeldi. Birbirlerini bekleyip bekleterek geçirdikleri tüm zamanların diyetini evlilikleriyle ödemelerine gerçekten sevindim. Şahin ve Nare’nin evliliği hali hazırda iki aile arasındaki gergin ilişkinin üstüne kurulmuş bir kavuşma hikayesi. Ancak önlerinde gerçekten de çok zor bir sınav olacak. Ana çifti bile artık tam olarak ilgilendirmeyen bir konunun ortasında kalacaklar. Umarım olması gerektiği gibi işlenir ve bu sırada birbirlerini incitmezler. Şahin’in net tavrı ve manipüle olmayacağını anlayacağımız bir senaryoda domestik mutluluğu tadabileceğini düşünüyorum. Bu tip bir karakter ortaya konamayacak olursa Ecmel’in Boran’ın katili olduğu bir tabloda mutluluklarının çok anlık olacağı bariz. Nare yönünden ise o da kurban psikolojisine girmeye çok eğilimli olduğu için ve tuhaf şekilde affedici olduğu için beni korkutuyor. Özetle ŞahNar olduğu gibi önümüz sezonun bıçak sırtı çiftlerinden biri ve oldukları gibi ürperticiler.

Kısaca ayrı ayrı Şahin’e ve Nare’ye bakayım istiyorum. Şahin Cihan’ın aşiretteki rakibi olarak biraz daha baskın ve güçlü bir görünümü olsaydı, hamleleri biraz daha yere sağlam basabilseydi daha büyük bir risk olabilirdi. Burada da potansiyel görüyorum hikâye adına. Ancak Şahin’in bir noktada kolay yönlendirilebilir olduğunu düşünüyorum. Çoğu duruma karşı düşüncesiz şekilde yaklaşıyor. Koskoca aşirette araştıracak ciğer bulamayıp annesine yalvarmak zorunda kaldı. Yalvarması esnasında istediği şey çok kolaymış gibi yaklaşması da ayrı bir hayvanatlık. Ecmel Bey’in soyunda genel bir problem var bana kalırsa. Boran’ın vasiyeti bir yandan Şahin’in tuhaf istekleri bir yandan kafamda döndü.

Nare ise Özkan’ın tüm yaptıklarını sineye çekip, ciğerini verdiği için onu affederek ve bakım sözü vererek karakter yönünden olmadık şekilde zayıfladı. Nare’yi bu yüzden güvenilir bulmaktan uzaklaştım. Sürekli sezon boyunca şiddet gördüğünü, silahla kendisine zarar verdiğini, çok istemesine rağmen Şahin’e gitmemekte direttiğini aklımdan geçirip durdum. Her biri yüzünden kız delik deşik oldu. Üstüne annesinin neden olduğunu anlayamadığım Özkan’ın cenazesi sonrası laflarıyla karşılaşınca Şahin’in gerçekten çözüm olduğunu hissettim. Boş yere Şahinle de olmazdı triplerine girmemize gerek yok. İmkânsızlık kisvesi altında beynimizi uyuşturmak çok yersiz. Zaten aileleri sebebiyle aşkları tam olarak yaşanabilir bir zeminde değildi. Bu kadarı bu çifte yeter de artar. Boran’ın katilinin Ecmel olması da aslında çift için çok zorlayıcı bir sınav. Açıkçası tepkilerini merakla bekliyorum gerçekten de. Umarım tüm zorluklara rağmen birbirlerini tercih edebilirler.

Nare’nin CihAl’e olan nadide katkıları ve güzel görümceliği sebebiyle zayıflatılmış bir karakter olmasına rağmen kendisine bayılıyorum. Sahra Hanım gerçekten de çok güzel giyiyor Nare’yi. Esasında çok düşünceli, cevval ve gözlem gücü çok yüksek bir karakter. Cihan ve Alya’yı sadece dinleyerek ve yavaş yavaş işleyerek ilişkiye ikna etti diyebiliriz. Aile çatışmaları dışında onu da hobileri, sevdikleri, sevmedikleriyle tanımak isterdim. Kendisine ters gelen konularda en az Mine’ye çekebildiği setler kadar net olabilseydi çok isterdim. Esasında annesiyle ilişkisinin böyle bir yapısı da vardı, set çekip isyan ederdi. Sonrasında karakterin özünü kaybettik ve kendisine anasına susan bir Cihanımsılık zuhur etti. Ben Nare’yi gerçekten de fiziken ve manen sağlam görmek çok istiyorum. Kendisine zarar verme raddesine geldiğinde pamuklara sarmak istedim. Şahin’in de aynı şekilde bir amcaoğlundan daha ötesi şeklinde bize tanıtılması için de önümüz sezonu bekliyorum. Umarım sadece somut olayların seyrine göre bir yerlerden bir yerlere savrulmayız artık. Bu dizinin genel anlamda hava alması gerekiyor bence.

 

 

Bir diğer kuzen çiftimiz olan Kaya ve Zerrin, büyükleri Şahin ve Nare kadar görsel bir zevk veremiyorlar ve oyunculuk performansları ise sınırlı. Başlangıçta yan çift oldukları için tamamen tutucu davranacak değilim. Birbirlerini sevdiklerini görüyorum ancak çift benim için görsel olarak albenili gelmiyor. Atakan ve Dilin çaylak iki oyuncu olduğu için de sahnelerini doyurucu bulmuyorum. KayZer’i belki de bu yüzden de tam olarak benimseyememiş olabilirim, ayrıca ikinci bir kuzen çifti de bana gereksiz geliyor. Denenmişi tekrar denemeye gerek yoktur belki. Zerrin ailesi sebebiyle kendisini feda etmiş olmasına karşın bunun karşılığını hiçbir yönden de alabilmiş değil. Kaya deli dolu küçük bir çocuk henüz. Aşkın veya evliliğin sorumluluğunu alacak zekâ ve kalp olgunluğuna sahip değil. Bir başka aşiretin güzel kızı İpek ile bir yola girmesi oldukça acele verilmiş bir karar. Zerrin ise aşklarına sahip çıkamayacak kadar küçük bir kız, sürekli ağlayıp zırlayarak Kaya’yı uzaklaştıran bir insan. Onu da aslen pek eleştirmek istemiyorum. Ailesinden ve tepkilerinden korkuyor. Belki de aşkına sahip çıkabilseydi ve Demir’den kendisini sıyırabilseydi KayZer için hala bir umut olabilirdi. Hamilelik olduğu için hala bir yol olabilir ancak buralarda ve Demir ile ilgili net bir karar varmış gibi hissedemiyorum. Özetle buradaki karmaşayı da çözmek ikinci sezona nasip oldu. Zerrin hamileliği noktasında ise kadın kadrosunun zerre şüphesinin olmayıp üstüne gitmemesi bana biraz tuhaf geliyor aslında. Özellikle Alya’nın bunun peşine düşme ihtimali yüksekti. Alya ve Nare Powerpuff Girls havasıyla ortalıkta salınırken Zerrin’in bu mesafesini biraz kırıcı buluyorum. Zerrin tüm bu hikâyede çok yalnız kalan bir kız oldu. Dediğim gibi ona da üzülüyorum. Hikâyenin bir diğer kaybolanı da o.

 

 

Dizimizde tüm problemlerin üstüne kötü karakter güzelleme problemimiz de var. Zift karası kötüleri griye çekeceksek güzelleme asla gerekmez. Aslında Demir’in kötülüğü bir amaçla birleştiğinde anlam kazanırdı. Şeyda meselesi bu yönde bir konuydu. Demir gibi başrolle yarışabilecek kabiliyetteki bir adamın dizinin üçüncü çiftinin üçüncü kişisi olması biraz küfür zannımca. Cihan’dan veya Alboralar’dan intikam almak için Zerrin ile evlenmek bana çok alakasız geliyor. Zerrin’in Cihan ile kurduğu bir gönül bağı yok. Zerrin’in Cihan ile ilgili bildiği bir olayı yok. Tek ortak kesişim kümesi Kaya ama yani Kaya’ya zarar verilse bile Cihan ‘ahh yavrum’ dışında hiçbir tepki/teselli veremeyecek. Demir’in buraya çekilmesi bana biraz zorlama ve gereksiz geliyor. Alya&Demir&Cihan üçlüsü bu dizinin asıl çatışmasını içeren ana çatıydı bence. Bu noktada çok yetkin bir oyuncuyu kenarda köşede harcadılar. Ancak Zerrin eğer gerçekten sevdiği kadın olacaksa ve aşkı ikna edecekse bir yere kadar tahammül edilebilir. Zerrin’in hamileliği konusunda oldukça samimi de buldum kendisini. Yine de DemZer konusunda Demir’in sabıkalarını düşünerek tam olarak onları şip olarak tanımlayamıyorum çünkü bu adam şiddet faili. Alya’ya yaptıkları daha çok taze. Oyunculuk anlamında ise dediğim gibi Ferit beyi fazlasıyla yetkin buluyorum. Dilin hanımı da oyun olarak yükseltiyor. DemZer bu sebeplerle ekran çekiciliği olan bir çift gibi görünüyor. Buralarda biraz es versem daha iyi olacak sanırım. Dediğim gibi burada net bir karar olduğunu henüz düşünmüyorum. Ben de burada net olarak DemZer’e veya KayZer’e gittiğimi söyleyemiyorum. Sezonu bekleyelim. Demir kendi başına da ilgi çekici bir karakter.

 

 

Şu ana kadar üstüne konuştuğum tüm karakterlerin ana aks üzerinde belli seviye etkileri vardı. Bir de küçük etkilerde bulunan ancak potansiyeli harcananlara da bakalım. Bunlardan birincisi Alya’nın annesi Fikriye Hanım. Açıkçası diziye girişiyle birlikte kendisini bir ufak avam bulmuştum. Davranışları biraz itici gelmişti ve dizinin genel havasına yakışmayan bir hali de vardı. Hikayesi açıldıkça tüm ön yargılarımı yıktığı için açıkçası çok sevindim. Alya’nın öz annesi olması için o kadar doğru bir tercih olmuş ki Nursel Hanım’a gerçekten hikâyeye sunduğu tüm katkılar için teşekkür ediyorum. Alya’nın hikayesinin iki aktörlü bir yapısı vardı ve bizim ikinci aktörünü de duymamız gerekiyordu, bu yönden sabır gösterdiğim için mutluyum. Kızı için adam öldürüp, kızının kendisiyle sürünmesinin önüne geçmek için parayla satmış görüntüsü gerçekten başarılı bir dram yazımı. Buradaki bir diğer açılımı Fikriye’nin vicdanıyla bize sunmaları da aynı şekilde çok etkileyici. Caroline’den aldığı parayı kurbanın ailesine vermek zorunda değildi. Bunun Alya ile karşılıklı bir şölene dönüşmesini neredeyse ağlayarak izledim. Bunun üzerine kanser hastalığı yazılması da gerekli değildi ancak Alya’nın öz annesini affetmesi için tüm tuşlara basmış oldular diyelim.

Fikriye karakterinin aslında Boran cinayeti hikayesinde bir basamak değil, olayları aydınlatmamıza yarayacak önemli bir karakter olmasını umuyordum. Özellikle Halis ile geçmişlerinin olması çok tesadüfiydi. Elbette Alya’dan haber aldığı için Fiko’nun samimiyetle sevindiğini ve bu sevincini Halis ile paylaştığını düşündüm ancak Fikriye’yi böyle kullanmak bana çok geçmedi. Bunun yanında Halis’in tüm cürmü ortaya çıkmışken Fikriye’yi öldürüp Alya’yı da hedeflemesi de bir tuhaf geldi bana. Ayrıca Nursel Hanım’ın tüm bu toplamda sözleşmesinin 5 bölüm olmadığını düşünüyorum. Elbette kanser olması sebebiyle yolculuğu kısa sürecekti ancak kızının önünde öldürülmesi dramı fazla köklemek olmuyor mu? Yani biraz doz aşımına uğradım buralarda ben. Sözün özü Fikriye aksı konusunda almamız gerekli cevapları belki önümüz sezon alabiliriz. O olmasa dahi Halis’in hikâyenin kara kutusuna dönüştüğü ortada. Tüm bu Boran katili meselesinde Nadim-Ecmel-Halis-Demir üzerinden bir gerilim yaratıldı. Bu dörtgenin sorumlu olmadığını düşünüp, en azından Halis ve Nadim’in başka bir düşmanın maşaları olarak düşünmeye çok yakındım. Belki de hala öyledir. Burada bir de ayrıca şüphe çeken bir Hasan dayı konusu da var. Cihan Deniz’in düğünde Halis ve Hasan’a bakışı bir bana tuhaf gelmemiştir.  Demir dışında bu dörtlünün Boran üzerinden Albora üstünde kirli hesapları olabilir pek tabi. Demir çok daha doğrudan bir karakter olduğu için onun Boran’ın katili olmasını gizleyeceğini şahsen düşünmüyorum. Yine de babasının bu sebeple ölümle cebelleşmesi bile onu Cihan ile karşı karşıya getirmeye yetti. Bu açıdan çatışma iyi bir yere gidebilir.

 

 

Potansiyeli kaybolan ikinci karakterimiz ise Uğur. Tüm Alboraların Boran-Ecmel gerçeğini gizlemeye çalışırken Diyarbakır Kürtlerinin bu konuya vakıf olmasını ve Uğur’un buna dahil oluşunu bi konuşalım isterim. Uğur ile Alya’nın aslında organik bir tanışıklığının bulunması hikâyeye olduğundan daha fazla hizmet edebilirdi. Cihan’ın kıskançlığını daha sağlam temellere oturturdu çünkü. Malum Alya ve Uğur Kanada’da bulunmuş iki hekimmiş. Bunun tercih edilmeyişiyle birlikte ben Uğur’un bir ihtimal Boran ile tanışıklığını düşünmeye girişmiştim ancak konuyu babasından bilen bir adamla karşılaştım. Burada da tatmin olamadım açıkçası. Hikâyeye öylesine kondurulan bir karaktere dönüştü. Zaten Uğur bir katalizör görevi görerek ana çiftin arasından çekilebilmişti. Tabi ki Alya’dan etkilenmiş olmasını bir yere kadar anlardım ama yine de tutup Alya’dan kendisiyle Kanada’ya kaçmasını istemezdi. Yani Uğur’un Alya’dan bir yeşil ışık görmesi, flörtlerine bir karşılık, tehditlerine bir boyun eğiş görmesi gerekiyordu. Bana Uğur karakterinde çok eksik/kayıp bir şeyler var gibi geliyor. Ölümünün son dakika kararı olduğunu düşünüp durdum. Cihan tabi ki yakınlarında Uğur’u görmek istemezdi ama karakter olarak diziye çok daha fazla yakışan ve tehdit oluşturabilecek bir yan rol olabilirdi. Erol ile birlikte potansiyel taşıyan bir tipti. Gerçi Uğur’u sonrasında şehir dışına yollamak istediler ama gitmeseydi bile risk faktörü olarak Mine’den daha sıcak geliyordu nedense. Sanırım oyunculuğundan sebep bu da.

Erol da aslında bana sonrasında sırttan bıçaklayacak birisi havası çok verdi ancak onun hakkında hikâye pek bir şey vaat etmedi bizlere ve dağılıp gittik. Onun bir hainliğini görmek şahsen hiç de istemedim. Cihan’ın yakın bir arkadaşı olarak ilerleyen bölümlerde bize eşlik etmesini de hala isterim. Avukat oluşunu Albora firması içerisinde anlamlı buluyorum. Ancak nereden geliyor bu arkadaşlığın kaynağı demeden duramıyorum. Erol henüz potansiyelini sürdüren bir karakter. Umarım bize anlatacakları henüz sonlanmamıştır.

Az kalsın unutuyordum. Konağın mutfak ekibi de var. Ümmü abla, Pakize, Kadir ve Muzaffer abiden oluşan çok tatlı bir aile. Seyir keyifleri o kadar yüksek ki dizide yoğunluklarının biraz daha artırılmasını talep edebilirim. Mukayese kriterimi burada da Mine olarak belirliyorum. Rolü kalmayan bir karaktere kıyasla tabi ki bu oyuncuları görmemiz hakkımız. Dizinin hava alabilmesi ve komedisi için oldukça gereklilier. Pakize&Kadir ilişkisinin gideceği yer bile beni gülümsetmeye yetiyor.

 

 

Sözlerimi bitirmeden evvel burada Fidan’a da bir ufak yer vereyim. Kendisi hikâyenin yönlendiricisi olmaktan çok uzak bir karakter. Eğlenceli bir yenge olmasının ötesinde bir şey de sunmadı bize. Şahin, Cihan ve Sadakat sahnelerinde gerçekten keyifleniyorum ancak bunun ötesine geçemiyor. Bu bilinçli bir tercih bence. Nare’ye ciğer nakli konusunda onu korkutanın Ecmel olması da aslında Ecmel’in korkutuculuğu konusunda küçük bir fikir veriyor bize. Ancak bu Ecmel öcüsünün gerçekten de altı dolu bir korku öğesi olup olmadığı konusunda tereddütlerim var. Sezon içerisinde hamlelerini pek de kuvvetli bulamadım çünkü. Yine de Sadakat devreye giriyor bu noktada. Öyle bir kadının korkarak torununu yollaması geçmişin bir teminatı sanırım.

Ana hikayemizde Boran’ın katilini Ecmel olarak belirlemek açıkçası diziye başlamadan bile önceki ilk tahminimdi. Bunun dışına çıkacak senaryo gidişatının gerektiğini düşünüyorum. Şu haliyle dizi biraz kısır döngüye sokulmuş gibi görünüyor. Alboralar’ın tek düşmanının Albora olması biraz kibirli bir yaklaşım. Bundan kurtulabilmek için mutlaka yanıt bulmamız gereken bir cinayet davamız var. Bunun için Boran rolünü oynayan arkadaşımızı, onu öldüren kişiyi, Halis’i, Fikriye’yi ve hatta olayın bağlamını da görmek zorundayız bana kalırsa. Böylelikle merak unsuru bu ölüm üzerinden de diri tutulur. Burada yine anlayamadığım bir şey var: Pride and Prejudice Elizabeth gibi görüp duyduğumuz ilk gerçeği neden doğrudan doğru kabul edip itimat ediyoruz? Bu olay Mine’nin hamileliğine hemen inanma noktasında çıkarken, Boran’ın katil zanlısı bulunurken pik yaptı. Yazık ki tesadüfler ağıyla Alya’nın katili görüşüyle Ecmel’e suç yüklemeye geçiş yaptık ki Ahamada’yı ortadan kaldıran bir tip elbette evlat katili olmaya aday olurdu zaten.

Genel olarak hikâye ve karakter bakımından potansiyellerin hunharca harcandığı, karakterlerin ve özelliklerinin anlaşılmaz şekilde bölümlerde kaybolduğu bir sezon geçirdik. Başrollerin performansları ve kimyaları sebebiyle böyle bir dizinin niceliksel başarıya kavuştuğunu söylemek çok kolay. Dilerim ki niteliksel başarıya da önümüz sezon kavuşabilirler. Yine de herkesin emeklerine sağlık. Bu noktaya kadar okuyan tüm herkesin zamanını aldım, umarım yeterli bir sezon yorumu yazısı olmuştur. Benden bu kadar. Umarım önümüz sezon birlikte bu diziyi izleyebiliriz. O zamana kadar herkese teşekkürlerimi sunuyorum.

 

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...
Paylaş
Yazar
Aslı

Son Yazılar

EŞREF RÜYA – Koşulsuz Bağ

Eşref Rüya'ya dair PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz getirdik. Keyifli okumalar. ^^

11 saat Önce

EŞREF RÜYA – Sen Varsın

Eşref Rüya 11. Bölüm analizi Gözde nin kaleminden… Keyifli okumalar ^^

4 gün Önce

EŞREF RÜYA – Gemileri Yakmak

Eşref Rüya 10. Bölüm analizi Gözde nin kaleminden… Keyifli okumalar ^^

2 hafta Önce

EŞREF RÜYA – Her Yerde Seni Aradım

Eşref Rüya 9. Bölüm analizi Gözde nin kaleminden… Keyifli okumalar ^^

3 hafta Önce

EŞREF RÜYA – İkili Delilik

Eşref Rüya 8. Bölüm analizi  Gözde nin kaleminden… Keyifli okumalar ^^

4 hafta Önce

EŞREF RÜYA – Ben Ümitsiz Aşklar İçin Yaratılmışım

Eşref Rüya 6. Bölüm analizi  Gözde nin kaleminden… Keyifli okumalar ^^ Eşref Rüya bu hafta öyle…

1 ay Önce