Kategori: Gezdim Gördüm

Ahmet Ümit ile adım adım Beyoğlu

-“ Ahmet Ümit mi O? Bunları (benim de dahil olduğum gezi grubu) Ahmet Ümit mi gezdiriyoo?”

-“ Pardon, Ahmet Ümit ne hakkında konuşuyor, yeni kitabı mı?”

Bu cümleler Ahmet Ümit ile Beyoğlu yürüyüşümüzde sadece benim şahit olduğum cümleler…  Çok havalıyız ^^  Türkiye Gezginler Derneği’nin organizasyonuyla yapılan gezimiz Tünel’de Lebon Pastahanesi’nde başladı.  Bu tarihi pastahaneye dair tüm anılarım farklı arkadaş gruplarıyla Beyoğlu civarında kutladığımız tüm doğum günlerinde mükemmel pastaları aldığımız mekan olmasıyla sınırlı. (Kendime not, en kısa zamanda Yedim İçtim kategorisinde bir yazıyı hak ediyor)

Beyoğlu’na ilk gittiğim günü o kadar iyi hatırlıyorum ki… Yıl 1982, ablam Beyoğlu Anadolu Lisesi’ni kazanmış, Tünel’den Galatasaray Lisesi’ne doğru yürüyoruz, günün erken saatleri…  Babası ve kızları temalı bu geziyi bir kez de ma-aile mezuniyet töreni için tekrarladık sanırım, arada kalan yıllarda Beyoğlu’na gittiysem de hatıralarımda yer etmemiş… En yoğun İstiklal Caddesi müdavimi olduğum yıllar tahmin edebileceğiniz gibi üniversite dönemi: Emek, Beyoğlu ve Alcazar Sinemalarında vizyondan ve Avrupa sinemasından filmler için ders programımıza uygun seans yakalamaca, AKM’de tüm programı inceleyip aylık olarak alınan biletlerle izlediğimiz tiyatro, opera ve baleler… Bi’ de Borsa Lokantası’nda kızarmış ekmeklerle kat çıktığımız açık büfe salata barı, zemine kısırı yerleştir, sıkıca bastır, üstüne… (Bu incelikli yapılaşma da özel bir yazı gerektiriyor anlaşılan ^^)

Konu dağıldı, oysaki bu yazının konusu Ahmet Ümit ile Beyoğlu gezisi idi.  Son dönemlerde -tarihe ilgi duymaya başladığımdan beri,  biri rehber, biri de mimar olmak üzere iki farklı gezi önderiyle adım adım gezdim Beyoğlu’nu. Ama bir yazarın özellikle de Ahmet Ümit ’in mihmandarlığı çok daha keyifli.

 

 

Gezimiz Galata Mevlevihanesi yolu üzerinde Pera üzerine kısa bir girizgahla başladı. Osmanlı döneminde av köşkü olarak kullanılan Mevlevihane’nin bahçesinde Simurg efsanesi ve ‘Mevlevilik’ üzerine kısa bir sohbetle devam etti. Müzecilik açısından Galata Mevlevihanesi Müzesi’nin Konya’daki Mevlana müzesinden çok daha başarılı olduğunu belirtmem gerekir. Müze Kart’la ziyaretin mümkün olduğu bu mekan ilk fırsatta daha uzun vakit ayrılarak gezilmeli!

Dünyanın ikinci ama kapalı kazı yapılması açısından ilk metrosu olma özelliği olan Tünel’in hikayesiyle art nouveau tarzı binaların arasına sızmış yapılara serzenişte bulunarak Tünel Geçidi’ne geldik. Geçitteki farklı mekanlar yerini zincir restoranlardan WellDone’a bırakmış. Mekan ortamın havasına uygun bir tabela seçerken geçit girişindeki Kırmızı Kedi Kitabevi’nin kırmızı tabelası dikkat çekici. Beyoğlu Bölgesi’ndeki tabela kuralına oldu?  Sofyalı Sokak üzerinden ilerlerken çoğu mekanın havlu attığı dikkatimi çekti. Tanıdık bildik bir Refik kalmış, bari o dirense… Ahmet Ümit bu konuya da parmak bastı, bu bölgeyi sahipsiz bıraktıkça el ayak çekiliyor, mekanlar birer ikişer kapanıyor. Ne kötü…

Tadilatı süren Narmanlı Han’ın önünde Ahmet Hamdi Tanpınar ve Aliye Berger’i andık.

Bir sonraki durağımız Pera Palas oldu. Bölgedeki anıt binalardan biri olan Alexander Vallaury’nin tasarımı olan bu otel başarılı bir restorasyonla Jumeirah zincirine dahil olmuş. Tarihçesi ise, 19.yüzyılın sonlarında Orient Express Paris-İstanbul seferlerine başladığında, İstanbul’da Orient Express yolcularının alışkın oldukları yüksek standartları sunabilecek bir otel yoktu. Bu boşluğu doldurmak üzere yapılan Pera Palace Hotel İstanbul’un en ihtişamlı binalarından biri olarak açıldığında İstanbul’da Osmanlı sarayları dışında elektriğin verildiği, ilk elektrikli asansörün ve ilk akar sıcak suyun bulunduğu binaydı.  Doğunun Batı’ya kapısı olarak adlandırılmasının ne kadar doğru olduğunu giriş kapısından itibaren hissediyorsunuz.  Unutmadan, bu otelde nasıl Agatha Christi’nin odası olduğu gibi Ahmet Ümit ’inki de varmış ^^

Otel yetkilisi İstanbul’un ilk elektrikli asansörü olma özelliğini taşıyan meşhur asansörü çevreleyen merdivenlerin grup fotoğrafı  için harika bir nokta olduğunu iletti ve topluca merdivene yöneldik. Restorasyon çalışmalarında tarihi asansörün tüm teknik altyapısı yenilense de dökme demir ve ahşaptan yapılmış orijinalliğinin korunduğunun ve halen çalışır durumda olup sadece özel durumlarda aktif hale getirildiğinin de altını çizelim.

 

 

Fotoğrafımızı çektirdikten sonra lobinin yan tarafında bulunan Patisserie de Pera’da soluklandık ve kendimizi özel Fransız pastaları / makaronlar ile ödüllendirdik.

Meşrutiyet caddesi üzerinden tarihte yolculuk misali yolumuza devam ederken Odakule ve tam karşısındaki bugünün TRT binasıyla bir anda günümüze dönüverdik. Arınmak için kendimizi Büyük Londra Oteli’nin içine attık. Bina 1892 yılında konut olarak inşa edildikten kısa bir süre sonra yine Orient Express yolculara hizmet vermek üzere otele çevrilmiş.

Yeninden İstiklal Caddesine geçtik ve halen cadde üzerinde uzun zamandır devam eden tadilat nedeniyle atlaya zıplaya gezimizin bir sonraki noktası olan İstanbul’un en büyük ve cemaati en geniş Katolik Kilisesi olan St. Antoine Katolik Kilisesi’ne ulaştık. Cephesi kırmızı tuğla taşlarla örülü kilise aslında 1912 yılında ibadete açılan bir ibadet mekanı.  İstanbul doğumlu İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından İtalyan Neogotik üslubunda, betonarme olarak inşa edilmiş…  Kilisenin girişi, kiliseye gelir sağlamak için inşa edilmiş iki bina arasındaki kapıdan verilmiş ve St. Antoine Apartmanları olarak adlandırılan bu binalar İstiklâl Caddesi’nin ilk betonarme yapılarından…

Kilise’nin tarihi üzerine kısa bir sohbetten sonra İstiklal Caddesi’nde bileğimizi burkmadan ilerlemeyi başararak kiliseye komşu Mısır Apartmanı’na vardık. Bir Art Nouveau tarzındaki bina daha… İşte Beyoğlu’nu bu nedenle çok seviyorum <3 Mısırlı Abbas Halim Paşa tarafından kışlık konak olarak yaptırılan bina İstanbul’un ilk betonarme yapılarından. Abbas Halim Paşa tarafından kişisel konut olarak yaptırılmışsa da, Paşa’nın ölümünün ardından yapı, varisleri tarafından katlara ayrılmak suretiyle apartmana dönüştürülmüş. Bu nedenle de adı Mısır Apartmanı.  Gezimiz bir yazar önderliğinde olunca sürgün ertesi geldiği İstanbul’da ölümüne kadar bu binada bir daire de yaşayan Mehmet Akif Ersoy ve bir diğer Türk şair Mithat Cemal Kuntay’ı andık. Günümüzde apartmanın çeşitli katlarında restoran, tiyatro, sanat galerileri, lokaller ve çalışma ofisleri bulunuyor.

Çiçek Pasajı önünden geçerken adındaki ‘çiçek’ in nereden geldiği de sohbetimize konu oldu. Ekim Devriminden kaçan beyaz Rus kadınları geçimlerini sağlayabilmek için Galatasaray Lisesi önündeki alanda çiçek satarlarmış.Sokak çiçekleri bir süre sonra pasajın içindeki küçük dükkanlara yerleşmiş ve bu çiçek dükkanları pasaja ismini vermiş. Gösterişli cephe mimarisi ile Çiçek Pasajı (Hristaki Pasajı-Cite de Pera) halen, Beyoğlu’nun en süslü binalarından biri…

Son durağımız Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi… Kiliseyi çevreleyen çarpık yapılaşma nedeniyle gizli saklı kalsa da İstanbul’un en büyük ve görkemli kiliselerinden biri olan Aya Triada/Hagia Trias Kilisesi adı Rumcada “kutsal üçleme” yani daha yaygın olarak kullanıldığı şekilde “teslis” anlamına gelmekte. Neo-Barok mimari özelliği olan bu kilise Tanzimat Fermanı’nı takiben cami dışındaki ibadet mekanlarına kubbe izninin çıkmasıyla yapılan ilk kubbeli ibadethaneler arasında yer alıyor.

 

 

Ve veda zamanı… Yoğun programı içinde Prof. Dr. Orhan Kural’ı kırmayarak dernek davetini geri çevirmeyen Ahmet Ümit ’e ve organizasyona teşekkür ederek ayrılıyoruz.

Keyifli sohbetiyle önderlik ettiği gezide öğrendiklerimizin yanı sıra gün boyunca yanımızda taşıdığımız kitaplarımızın kütüphanemizde Ahmet Ümit tarafından adımıza imzalı olarak yer alacak olması da günün bir diğer kazancı…

 

 

 

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

YALI ÇAPKINI – Kıran da Olsa Kırıl, Düş; Fakat Eğilme Sakın

Yalı Çapkını 67. Bölüm için tek analiz yetmez.  Svl‘in kaleminden taptaze bir analiz.

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Sana İhtiyacım Var Çünkü Seni Seviyorum

"Yalı Çapkını 67. Bölüm temposu yüksek, duygu yoğunluğu fazla ve olay odaklı gözükse de arka…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Sana Bütün Pişmanlıklarımı Anlatmak İsterim

Bu hafta Yalı Çapkını 65. bölüm analizinden önce yalı tarihine adını altın harflerle yazdıran palyaço…

4 hafta Önce

YALI ÇAPKINI – Birlikte Daha Az Mutsuz

Yalı Çapkını 62. Bölüm için tek analiz yetmez. “Sezonun en iyi bölümü" diyen  esra'dan kısa…

2 ay Önce

KIZIL GONCALAR – Kaçtığımız Savaşlardan Güçlü ve İyileşmiş Olarak Çıkmak Mümkün mü?

Kızıl Goncalar  yeni bölüm öncesi, hem nerede kalmıştık hatırlamak hem de geride bıraktığımız bölümü derinlemesine…

2 ay Önce

YALI ÇAPKINI – Hodri Meydan

Haftalar sonra bölüm analizi yapılabilecek bir bölüm geldi Yalı Çapkını'ndan. Hem böyle bir bölüm izlemeyi,…

2 ay Önce